Küreselciliğin
“değişmeyen ya delidir ya ölü” veciz
sözüyle başlayan ulus devletleri tasfiye etme ve dünyayı küresel (kendisi) ile
yerel etnikler arasında küçük lokmalara çevirme stratejisi, 20. yüzyılın sonu
ve 21. yüzyılın başında herkesi adeta teslim almıştı. Tuttuğu yol-yordam ise
yeni değildi. Neresinden baksanız, en azından iki yüzyıllıktı.
*
Serbestiyetçilik...
Açıklık... Rekabetçilik... vb.
Bunların
pratikte iki anlamı vardı.
Birincisi,
ülkeler kendilerini diğer ülkelere
kapatmayacaklar; korumacılık yok! Bırakınız geçsinler! Böylece zamanın İngilteresi üzerinde
güneş batmayan imparatorluk olmuş, onun yanısıra birkaç ülke de dünyanın büyük
sömürgecileri olma fırsatı yakalamışlardı.
İkincisi,
ülkeler devlet eliyle yürümeyecekler;
herşeyi özel sektöre bırakacaklar! Bırakınız yapsınlar! Böylece dünyanın çok ama çok geniş bir kesimi, birkaç sömürgeci ülke işlerini
görebilsinler diye elleri ve ayakları bağlı hale getirilmişti.
Küreselcilik
işte bu eski ruhu diriltti. Dünyaya çok zarar verdi. Ama vuslata eremedi ve çöktü.
*
Şimdi
bunun çöküntüleri arasında, ellerine yeniden fırsat geçirebilmek için
didinenler göze çarpıyor. İkiyüzyıldan beri ve küreselcilik atağında da
takındığı o değişmeyen edayla, aynı sözlerle ve aynı “kaçınılmazlık”
tehditlerini savurarak...
Bildiğiniz
gibi, anadilleri Amerikan İngilizcesinde adları liberal demokrat olanlar, Türkçe’de
kendilerine özgürlükçü demokrat diyorlar.
İşte bu son liboşlar, her zaman
yaptıkları gibi şimdi yine “yeni” bir durumdan dem vuruyorlar: Sanayi 4.0.
Bu
fikirden dem vurup “yeni sanayi geliyor
ve serbestiyet – açıklık istiyor!” diye yazıp çiziyorlar.
*
Sanayi 4.0 fikrine göre
sınai üretim sistemi ve dolayısıyla bütün yönetim dünyası bir kez daha büyük
bir değişim dalgası içine girecek. Sanayileşme sürecinde 18. yüzyılın
sonlarındaki buharlı makineler
birinci kuşaktı. 20. yüzyılın başında fordizm
diye bilinen seri üretim teknikleri ikinci kuşak oldu. Aynı yüzyılın son
yarısında ortaya çıkan CNC –bilgisayar
kontrollü tezgahlar üçüncü kuşaktı. Şimdi dördüncü kuşak teknik, akıllı fabrikalar dönemini açacak.
Üretimin birbirine bağlı bilgisayar ağlarında internette olacağı ve kararların
giderek bilgisayarın kendisi tarafından alınacağı bir fabrika sistemi...
İnsansız, robotlu üretim…
Fikir
kabaca böyle.
*
Mesele
bu sınıflandırma doğru mu; bu olur mu olmaz mı meselesi değil.
Almanya başta, Türkiye’de de bu konuyu ele alan platformlar kurulmuş durumda.
Bilim-kurgu romanları böyle konuları çoktan beridir işliyorlar. Hollywood bunların
sayısız filmini yaptı.
Mesele,
son liboşların “Sanayi 4.0 ulusal devletle
ve bunun korumacılık politikalarıyla bir arada yaşayamaz” yazıları döktürmeye
başlamış olmaları. Savundukları ideolojiyi, “teknolojinin zorunluluğu” gibi
göstererek mevzilerini koruma derdinde ve çok gayretteler. Yine ‘başka alternatif yok’ gevezeliğinin
hazırlığındalar.
*
Kimbilir,
belki Sanayi 4.0 adlı “gelen yeni şey”,
birkaç yıla kalmadan unutulup gidecek. Ama gerçek şu ki, bilim – teknik
alanındaki gelişmeler üretim ve yönetim sistemlerinin yeniden yapılanmasını
gerektiriyor. Bu yapılanmanın nasıl olacağı ise, son liboşların sahtekarca
ileri sürdükleri üzere teknolojinin zorunluluklarına değil bizim tercihlerimize
bağlı.
Son liboşlar, yeni-Ohanneslerdir. Ohannesçiliğin
bize ne edebileceğini, son iki yüzyıldır yeterince öğrendik. Bunların aklından
güdüklükten başka bir şey üremiyor.
Ve
kuşku duymamalıyız ki, öncekiler gibi şimdiki teknikler de yeni-Ohanneslerin
piyasacılığını değil, tam tersine, kamu gücünün planlamacılığını işbaşına
çağırıyor.
Bağımsız kalkınma ve adil bölüşüm, ancak
devlet gücünün planlı önderliğiyle mümkün. Ülkemizin önünde bir fırsat daha
var.
Bunu
da tercüme akıllara kaptırmayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder