2 Mart 2013 Cumartesi

BAŞBAKANIN MİLLETİ .........?

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER, İzmir Mv.

Başbakan Erdoğan, “Türk vatandaşlığı” ve “Türk milleti” kurumlarını Anayasa’dan silmeye karar verdi. Partisi, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na Ağustos 2012’de adsız bir vatandaşlık maddesi yazmış onu teslim etmişti. Ne olduysa, Ekim 2012’de ilk öneri geri çekildi ve AKP önerisi “TC vatandaşlığı” olarak yenilendi.

Ne var ki, hem Başbakan hem de yetkilileri, bunu partilerinden de seçmenlerinden de gizlemeyi tercih ettiler. Kanıt mı? En kolayı 23 Ocak 2013 günlü TBMM Genel Kurul tutanaklarından bir-iki satırı buraya almak:
“BİRGÜL AYMAN GÜLER - AKP'nin, Türk ulusunu tarihten silmeye, Türk vatandaşlığını tarihten silmeye dönük olan girişimlerinde BDP'yle nasıl iş birliği yaptıklarını onun [BDP milletvekili Ayla AKAT’ın] konuşmasında gördük. -MEHMET METİNER - Yok öyle bir şey. Ne alakası var? - BİRGÜL AYMAN GÜLER: Öyle bir şey nasıl yok? Anayasa Uzlaşma Komisyonuna vatandaşlık maddesi için partiniz ne önerdi arkadaşlar? "Türk vatandaşlığı"nı değil, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı"nı öneriyorsunuz. Başbakanınız salı günü "Bizim temelimiz Anasırı İslam'dır." diyor.
“Ulus ile millet aynı şey!” deyip….

Seçmenin iktidar mazbatası verdiği kişiler, TBMM’nde “büyük Türk Milleti önünde namus ve şeref”leri üstüne yemin etmişlerdi. Şimdi, huzurunda yemin ettikleri ulusu yok ediyorlardı. Bu gerçekten de çok ağır bir durum… Başbakan, böyle suçüstü yakalananınca, üç gün sonra 26 Ocak 2013 günü durumu açıklama gayretine değil de, suçüstü yapanları suçlama gayretine düştü:
“Bakın parlamentoda bir milletvekili sanıyorum kariyeri de var. Ulus ile millet kavramını birbirine karıştırıyor. Birisi için millet birisi için ulus diyor. İçeriğinden haberi yok. Birisi öz Türkçe birisi Arapça.”
Başbakan, “bunu bile bilmiyor, ulus-millet aynı şey!” dediyse de, birkaç gün içinde “Ulusa Sesleniş” adını taşıyan resmi TV programının adını değiştirip “Millete Hizmet Yolunda” yaptırdı. İlk ipucu! Hangisi doğru? Bunlar aynı şey mi değil mi? Aynı şey ise, programın adı neden “ulus” silinip “millet” yapıldı?[1] Başbakan Arapça’yı Türkçe’den daha çok seviyor da o yüzden mi bu değişiklik? Yoksa ulus – millet aynı şey değil mi?

Zaman içinde kavramların anlamı değişiyor. Genel olarak bakarsanız bu ikisi aynı şey. Ama Osmanlı’da “millet” denirdi de, “ulus” kavramı bilinmezdi. O zamanlar Osmanlı’nın tümüne millet denmezdi. “Millet”ten, Osmanlı tebaası olan farklı dinsel-etnik topluluklar anlaşılırdı.

Bugünlerde Başbakan’ın “millet”ten anladığı ise bambaşka bir şey. Kendisi “millet”ten ne anladığını bir iki gün sonra açıkladı, biraz aşağıda göreceğiz.

Artık biliniyor sanırım; orada sözünü ettiğim “ulus-millet” değildi; anayasal kuruluşa ait “ulus ve milliyetler”den söz ediyordum. Buna göre ulus siyasal, milliyetler ise kültürel kavramdır. Ulus, "kendi siyasal varlıkları olmayan" milliyetlerin ortak/tek siyasal çatısıdır. Buna üst-alt kimlik diyen çoktur; en başta da başbakanın dilindedir. Ne var ki, böyle demek doğru değildir; çünkü kimlik yaklaşımı neoliberalizmin en zehirli yaklaşımlarından biridir. Başbakanın konuşmasını hazırlayanlar ve kendisi, kibirleri öyle güçlü ki, duyduklarını değil kendi akıllarının sesini esas saydılar. Millet-milliyet farkını dahi ayırt edemeyenler, meseleyi en iyi bildikleri şeylerden birine, şeytana taşıdılar. Başbakan şöyle dedi:
“Kavramın özü de şeytanın ‘beni ateşten yarattın onu çamurdan’ diye kökene vurgu yaparak isyan etmesine dayanıyor. ...ecdadımız hiçbir zaman ötekine ırkıyla kavmiyle hitap etmemiştir… bir ırkın bir kavmin diğerlerine üstünlük sağlaması kabul edilmemiştir… Böyle bir kibir böyle bir böbürlenme insanlık dışıdır ırkçıdır faşizmdir…”
O gün konuşmasının son cümlesi şu oldu: “…ben Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını çok önemsiyorum. Bunun dışında farklı bazı şeyleri ortaya koymak ayrışmaya neden olur.”

“Türklük, ırkçılık – kafatasçılıktır!” … Bak resimlere!


Başbakan konuyu 30 Ocak 2013 günlü AKP Grup Konuşması’nda yine ele aldı. Ama kendi önerilerini açıklayıp anlatmak yerine saldırıdaydı. Bana yönelik sözlerini CHP için de geçerli saydı:
“…güya profesör, güya bilim insanı. Düne kadar insanları sakallı-sakalsız, başörtülü-başörtüsüz diyerek tasnif ediyor, ayrımcılığa tabi tutuyordu, şimdi de çıktı insanları kafataslarına göre ayrımcılığa tabi tutmaya başladı….. [CHP’ye] Ya siz dün neyseniz bugün de aynısınız, bugün siz bugün neyseniz dün de aynen buydunuz.”
Ve dün – bugün aynılığını kanıtladı: 1941’de "Milli Şefimizle Führer arasında samimi tebrikler" başlıklı bir gazete haberini, 1932’de "Kemalist Türkiye’den faşist İtalya’ya selam" başlıklı başka bir gazete haberini, TV’lerde artık harcıalem hale gelmiş Mahmut Esat Bozkurt’tan bir cümleyi, gazetelerin kupürlerini sallayarak herkese gösterdi! Oysa gazete manşetlerinde bir acayiplik yoktur. O tarihlerde İtalya’da Berlusconi, Almanya’da Merkel olmadığı için yapılacak bir şey yoktur. Öte yandan, Cumhuriyet’in bu konulara yaklaşımını görmek için Tarih Kongreleri vardır; bir iki yazar yerine öyle kapsayıcı resmi belgeler üzerinde çalışmak daha yerinde olmaz mı?

Başbakan bu konuyu 26 Şubat 2013 günlü AKP Grup konuşmasında, yüzünde tuhaf bir ifade ile bir kitabı açarak sürdürdü. “Tarihten bir vesika” gösterdi. Kitabın 5. Sayfasında bir enstitüdeki laboratuarda bulunan kafatasları! Raflarda yüzlerce kafatası! Kadınlar ve erkekler üzerinde ölçümler yapıyorlar!
“Olur mu öyle şey ya demeyin! … Şimdi soruyorum, bizim millet tarifimiz bu olabilir mi?”
Üstelik de bu resimlerin basıldığı “tarihten bir vesika”da Gazi Mustafa Kemal’in Reisicumhur ve İsmet Paşa’nın başbakan olarak imzası var. Enstitü doktoruna teşekkür var.
“Şimdi soruyorum; bu insani midir, bu vicdani midir? Bunun bizim dinimizde, bizim inanç dünyamızda, bizim ruh dünyamızda yeri var mıdır? Bu kürsüden daha önce de ifade ettim, şeytan kendisinin ateşten, insanın ise topraktan yaratıldığını söylemiş kibirlenmiş ve isyan etmiştir. Kendi ırkının, kendi soyunun diğerlerinden üstün olduğunu iddia eden hiç tartışmasız şeytanın izindedir; işte biz bunu ifade ediyoruz.”
Bu sözleri açıklamaya gerek var mı? Başbakan Cumhuriyet’in kurucularının “şeytanın izinde” olduklarını ilan ediyor; onların “bizim dinimizden, inancımızdan, ruhumuzdan olmadıkları”nı söylüyor. Hem de bu sözleri, onların kurdukları TBMM çatısının altında sarf ediyor.

Yer yerinden oynamadı; salondakiler ürküp alkış tuttular yalnızca.

İşin önemiyse, kameralara tuttuğu kitapta gizliydi. Kitap, 1925 yılında kurulan, önce İstanbul sonra Ankara Üniversiteleri bünyesinde çalışan “Antropoloji Enstitüsü”nün kurumsal ve akademik tarihçesi. 1940 yılında İngilizce ve Fransızca basılmış.

Enstitü, Batılı devletlerin liselerde okul kitaplarına kadar girmiş “Türkler aşağı sarı ırktandır” suçlaması ve aşağılamasıyla baş etmek için kurulmuştu. Aynı yıllarda Fuat Köprülü gibi tarihçiler de “Türkler her türlü medeni teşkilattan mahrum ve göçebe ananelerinden kurtulamamış basit askerlerdir; idari ve siyasi teşkilatlarını bile başkalarından almışlar ve mağlup ettikleri kavimlere mensup fertler sayesinde bu teşkilatı tatbik edebilmişlerdir” türünden savlara karşı tarih çalışmaları yapıyorlardı.[2]

Antropoloji Enstitüsü ABD, Berlin, Fransa, İsviçre antropoloji kurumlarıyla işbirliği yaparak yürüttüğü araştırmalar sonunda, Batılı ırkçı önyargıyı ortadan kaldırmayı başarmıştı. Bu kuruluş ve çalışmalar, Türkiye’de bilimlerin kuruluşu kapsamındaydı ve Batı bilimlerinin içinde uluslararası ilişkileri doğrudan etkileyen sonuçlarıyla antropoloji (insanbilimi) de alması gereken yeri almıştı.

Yusuf Akçura Türk Tarih Tetkik Cemiyeti başkanı olarak 1932 yılında “ırkçı kuramlar sömürgeci ülkeler ve emperyalist güçler tarafından icat edilmiştir” diyordu; dönemin ders kitaplarında “ırk ayrımının içtimai değeri yoktur; farklılıklar ırkların üstünlük ya da geriliğini göstermez” yargıları yer alıyordu.[3]

Biraz emek verilirse, Cumhuriyetin kurucu kadrolarının “kafatasçı ırkçılık” ile hiçbir yakınlıklarının olmadığını görmek hiç zor değildir. Ama 21. yüzyıl gibi bir zamanda yöneticileriyle seçmenlerini çocuk yerine koyabilen böyle içi boş bir kibirle başa çıkmak ise pek zordur.

“Biz Millet derken…..”

Başbakan, 17 Şubat 2013 günü Mardin’in Midyat İlçesi’nde ruhunun özünü adeta kustu:
“Bizde ayrım yok, bölücülük yok, bölgesel milliyetçilik yok, etnik milliyetçilik yok, dinsel milliyetçilik de yok. Kimse bizim karşımıza Kürtlükle, Türklükle çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.”
Bu sözler, “Büyük Türk Milleti önünde” üç kez yemin etmiş ve Başbakanlık yetkileri kullanmış biri için açıklanması çok güç sözlerdi. Başbakan genellikle yaptığı gibi kendisini kutsal din duygularımızın örtüsü altına gizlemiş, öyle konuşuyordu. Ama bu kez, Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi’nde sarf ettiği “cahiliye döneminin gelenek-görenekleri ayaklarımın altındadır” cümlesinden esinlendiği izlenimi, on yıl boyunca gizlice “yeminini yeme gerçeği” karşısında onu kurtarmaya yetmedi. Çünkü Hz. Muhammed cahiliye dönemini gerçekten kırıp atmıştı; kitlelerle birlikte gerçekleştirdiği şeyi dile getirmişti. Oysa Başbakan yeminini çiğnediğini ve kendisini destekleyenlerin dahi açık onayını almadığı gizli gündemini ilan etti.

Başbakan, 26 Şubat 2013 günü AKP Grup Toplantısı’nda zor durumdaydı: “Şimdi bakın değerli milletvekili arkadaşlarım, aziz milletimin de bu noktaya özellikle dikkatlerini rica ediyorum” diyordu:
“.. gerek benim, gerek yol arkadaşlarımın siyasi tarihimiz boyunca en çok, en sık kullandığımız kavram, altını çizerek söylüyorum, millet kavramıdır. AMA BİZ, millet kavramıyla hiçbir zaman bir etnik grubu, bir bölgeyi, bir kavmi, bir kabileyi kastetmedik…… Tarihimiz boyunca millet kavramına nasıl bakıldıysa, ecdadımız millet kavramıyla neyi kastettiyse, biz de öyle bakıyor, onu o şekilde kastediyorduk.”
Peki ama "o" nedir? Başbakan “bu millet” diyor, “tek millet” diyor, ama bu milletin adını bir türlü söylemiyor. Aynı konuşmada Türk Antropoloji Enstitüsü’nün çalışmalarını bir korku filmi edasıyla araya sokuşturup, “Türk Milleti” demenin kafatasçılık olduğu anlamına gelen bir şeyler söyledi ve sonra sözü şuraya getirdi:
“Türk, Türk kültürüyle elbette ki varlığını sürdürecek, Kürt kendi kültürüyle, Arap, Laz, Çerkez, Boşnak, Gürcü, Pomak, velhasıl hepsi kendi kültürüyle varlığını idame ettirecektir… Hepsi tek bir millet olarak, tek bir çatının altında, tek bir bayrağın altında, bir beraber olacak kardeşçe yaşayacaktır.”
Başbakan, bu “tek millet”in ne olduğunu, bu kez de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bambaşka bir bağlamda söylediği sözlerin zırhına bürünerek dil altından söylüyordu: “anasır-ı İslamiye”, yani İslami inanca bağlı unsurların toplamı…
“...biz milliyetçilik ayaklarımızın altındadır derken, elbette ki böyle kucaklayıcı bir milliyetçiliği [kastetmiyoruz]… kucaklayıcı bir millet anlayışıyla yolumuza devam ediyoruz…. Biz, milliyetçiliği anlatan değil, yaşatan bir partiyiz… milliyetçiliği millete hizmetle özdeşleştiren bir partiyiz……vb. vb...”
Artık şunları biliyoruz:

(1) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a göre Türk, bir “etnik grup, bir kavim, bir kabile”dir. Aynı Çerkez, Kürt, Boşnak asıllılık gibi bir de Türk asıllılık vardır.

(2) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türk Ulusu olamayacağını kabul etmektedir; dolayısıyla Türk Ulusu’nun varlığına son vermek ve ulusal devleti tasfiye etmek amacını gütmektedir.

(3) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ülkemizde İslam inancındaki unsurlardan oluşan bir “tek millet”, terimleri doğru kullanırsak ümmet yapısı yaratmayı amaçlamaktadır.

(4) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, devleti dini esaslara göre örgütlemeyi amaçladığını göstermiş bulunmaktadır.

(5) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, laiklik ilkesinden vazgeçmiştir. Çünkü, toplumsal tabanı ulus değil, dini esasa göre ümmet olarak belirlenmiş bir ülkede devlet, laiklik ilkesine göre kurulamaz ve işleyemez.

Ve hala bilmiyoruz:

(1) Ümmet anlamındaki bu “tek millet”te farklı ‘etnisite, kavim, kabileler’, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyişiyle, “hepsi kendi kültürleriyle varlıklarını idame ettirecekler”dir. Nasıl?

(2) Bakanlar Kurulu toplantısında, 22 Şubat 2013 günü Başbakan “Cemevleri ibadethane değil kültürel mekan” buyurdular. Bu ümmet anlamındaki millet içinde Sünni-İslam dışında kalan İslam ve İslam dışında kalan dinlerden gruplar “kendi kültürleriyle varlıklarını idame” ettirecekler mi; Nasıl?

KENDİ BİLDİKLERİMİZE GELİNCE:  

Ümmet, farklı milliyetlerin feodal yapı üzerinde din esasına göre oluşturdukları topluma verilen addır. “Ecdadımız” o zamanlar millet sözünü ümmet için değil, ümmetin içindeki dinsel-etnik milliyet topluluklarını işaret etmek için kullanırdı.

Başbakan, yeni zamanların “millet”ini aldı, içini ‘bir peygamber etrafında toplanmış insanlar’ı anlatan ümmet ile doldurdu. Dolayısıyla onun aklında millet=ümmet özdeşliği var.

Başbakanlar ümmet toplumu yaratmayı hayal edebilirler; ama bunun temelini oluşturan feodalizmi nasıl yeniden inşa edebilirler?

Türk, Başbakanın sandığı gibi bir etnik grup adı değildir. Türkmen, Yörük, Tahtacı, vb…. etnik gruplar, bin yıllık göç ve Anadolu yerleşmesi boyunca kendi dil ve kültürlerini tüm nüfusun kullanımına açmışlar ve bir “Türkiye Türklüğü” doğmuştur. Bu etnik gruplar “kendi kimlikleri”ni geri çekmiş, ülkenin siyaseti - yönetimi – ticareti üzerinde hiçbir “hak iddiası”nda bulunmamışlardır. “Kendi”leri olarak bir kast, elit haline gelmemişlerdir. Bu tarihsel gelişme, Türkiye Türkçesi ile Türklüğünün bir ulusal kimlik çatısı oluşturmasını sağlamış olan maddi zeminin ta kendisidir.

Tarihin maddi ve elbette manevi zorunlulukları, Başbakanlar istedi diye ortadan kalkmaz.

Türk Ulusu çerçevesini ırkçı-kafatasçı bulan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Öcalan, olmayacak duaya amin dediklerini görmelidirler. Yeni baştan başbaşa verip, belki yeni bir “süreç” başlatarak bu girdaptan çıkmanın bir yolunu aramalılar.

Yazıyı bitirirken, başlıktaki nokta-noktayı dolduralım: 
Başbakanın milleti, ümmettir. Bu nedenle millete ulus diyemez. Ve bu nedenle 26 Ocak 2013'te 'aynı şey, aynı.. biri Arapça öbürü Türkçe..' sözünü, TV programının adını değiştirerek geri çekmiştir. Ve yine bu anlayışı nedeniyle 'kapsayıcı milliyetçiyiz' sözü tarih-dışına boşluğa yuvarlanmış bulunmaktadır.




[1] Konu Radikal adlı gazetenin 31 Ocak 2013 sayısında şöyle duyuruldu: “CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler'in TBMM'de yaptığı konuşmada ''Türk ulusu ve Kürt milliyeti eşit değildir'' söyleminin ardından başlayan 'ırkçılık' ve 'ulus' tartışmalarının doruk noktaya çıktığı bir zamanda programın isminin değişmesi dikkat çekti. Başbakan Erdoğan Güler’i ırkçılık yapmakla suçlarken, yaşanan tartışmayı ''Parlamentoda bir milletvekili, ulus ile millet kavramını birbirine karıştırıyor. Ülkemizdeki Türk için kalkıyor millet, diğeri için ulus diyor. İçerikten haberi yok. Birisi öz Türkçe, diğeri Arapça'' diyerek eleştirmişti.”

[2] Fuat Köprülü, Orta Zaman Türk Hukuk Müesseseleri: İslam Amme Hukukundan Ayrı Bir Türk Hukuku Yok mudur? Belleten, Cilt: II, Sayı: 5-6, 1938, s. 383-418.

[3] Burada sözü uzatmak yararsızdır. Zafer Toprak tarafından kaleme alınmış Cumhuriyet ve Antropoloji adlı kitaba göz atmak yeterli olur.

5 yorum:

  1. ben sizin takipcinizim tamam yazılanlara katılıyorumda. chp parti olarak ne düşünüyor?tepkisini nasıl olacak onu merak ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Güler,
    Sorun açık ama ne yapmalı? nasıl yapmalı? konuya ilişkin bende birşeyler yazıyorum, sanırım önümüzdeki günlerde paylaşırım.

    YanıtlaSil
  3. sayın vekil başbakanın siyasi kültürel düzeyi bunları anlamaya yetmez.millet ve ulus kavramlarını ayırt edemiyen bir siyasal öğrencisi sınıfta kalır.ama oda haklı imam hatiplerde öğrendikleri lailahe illalah .lailahe illahla bir ülkeyi yönetmeye kalkarsan her gün yeniden altına sıç......sın.oda hergün bunu yapıyor.siyasal bilgi açısından onu muhatap almak bizim kimliğimize ve şerefli geçmişimize sürülmüş leke olur.ama sen buna mecbursun en azından şimdilik.tanrı yardımcın olsun.kolay gelsin. .

    YanıtlaSil
  4. Kesin olan AKP kendi icinde bu kavramlara hakim olmayisi. Zaten olmasina da imkan yok. Olmus gibi görünüyorsa da sik sik gercek yüzleri ortaya cikiyor. Bunun kaynagi da kimlik probleminden ileri geliyor. Kendilerinin hakim olamadigi/kavrayamadigi seyi kötüleyip daha büyük bir topluluga ait olmaakla kazanilani (ümmetcilik) öne sürmeleri bunlarin kisiliklerindeki problemden kaynaklaniyor. Almis olduklari egitim onlarin anlayip benimseme yerine sorgusuz sualsiz kabullenme itaat etme aliskanliklari kisiliklerinin yerlesmesine engel olur. RTE yaptigi 180 derecelik dönüsler mesela, bazan bir iki gün önce söyledigi seyin tam tersini söyler ve inandiriciligini bir müezzinin yaptigi ustalikla sebeplerini siralar ve sonuc bölümünde vurgusunu belirginlestirerek hecelercesine baglar. O an gercekten son söyleminin dogruluguna kesinlikle inanmistir. Gercek dünyadan olan bilgilerinin yüzesel olusu onlarin daima danismanlara muhtac kilar. Danismanlarinin bilgi seviyesiyle ufuklari sinirli olup üretici buluslar gerceklestiremezler. Geriye dönüs geri adim projesi (baskanlikta gizlenen padisahlik/krallik) de bu zaaftan dolayi ortaya cikmistir zaten.

    YanıtlaSil
  5. Amaç kavram kargaşaları yaratarak örtülü hedeflere ulaşmaktır !

    YanıtlaSil