10 Kasım 2014 Pazartesi

İSTİLA


Amerikan film dünyası Hollywood, bazı temaları başka temalardan daha çok seviyor. İstila konusu sevdikleri listesinde baş sıralardadır.

Örneğin Alfred Hitchcock’un ünlü Kuşlar filmi... Hep yanı başımızda yaşayan bu güzel canlının organize hareketiyle ortaya çıkan cehennemi, korkuya kapılmadan izleyenimiz herhalde yoktur.

Ya da daha yakın zamanda çekilmiş olanlardan İstila filmi… Uzaylılar gelmiş, insanlığı ele geçirme projesini yürürlüğe koymuşlardır. Bir virüs yardımıyla yayılırlar. Virüs bedenine girdiği insanı ilk uykusunda ele geçirir. İnsanın görüntüsü aynıdır; yalnızca bakışları donuk ve tepkileri adeta yok olmuş gibidir. Hafızalardan güzel hatıralar silinmiş, acımasız savaş görüntüleri kalmıştır. Güvenli, huzurlu, tartışmasız - kavgasız yaşam isteği, bu yeni karakterin dayanağına dönüştürülmüştür. Arada bir durumu fark eden olursa da huzur isteği ağır basar ve istilanın gönüllüsü olur.

Sanırım istisnası yoktur; hemen tüm istila filmlerinde zafer, direnen bir avuç insanın olur. Ama zafer bazısında taş üstünde taş kalmamış bir dekorla birliktedir. Bazısında ise yaşam kaldığı yerden sürer, istila ise kötü hatıralar arasına gönderilmiştir.

EN HEYECANLI PARÇA HANGİSİ?

Bir sinemasever olarak, istila filmlerinde en ilgi çekici parçanın hangisi olduğuna karar verebilmiş değilim.

İlk sızış mı? Sızmanın kendisi başlı başına ilgi çekici. Bu sızış karşısında bilinci yarı-açık insanlık halleri ayrı bir seyirlik.

Yoksa fark ediş anı mı? Fark ediş anlarındaki insanlık hallerinin her biri ayrı bir öykü.

Direniş kararının verilişi? Kiminde sarsak, kiminde çelik bilek, kiminde Fransıza karşı bizim Antep savaşındaki Karayılan misali verilen direniş kararları… Film kahramanlarıyla birlikte bizim de yürek çırpıntımızın başladığı an, “haydi bakalım!”

Belki direniş sürecinin kendisi! Mücadelenin bitmeyecek gibi görünen zorlukları, şiddeti, bir umutsuzluğun diğerini takip ettiği sahneler, kayıplar; istilacının sarsılmazmış gibi görünen gücü, mağrur bakışı… Ve direnişle yüz yüze geldiği anda kapıldığı panik, kumdan kale olduğunun ortaya çıkması.

En ilgi çekici parça, bu dördünden biri olabilir. Ama son sahne olmadığından eminim. Sonuncusu, istilayı kırıp atan zafer sahnesi, filmin zaferle biteceğini bildiğim için belki, parçaların en çekicisi değil.

Amerikan sinemasının istila filmlerine neden böyle geniş yer verdiğini anlamak mümkün. Gerçekten, senaryonun şurada ya da burada tıkanması neredeyse olanaksız.

İSTİLA, NE İŞGAL NE DE FETİH

Hepsinin sonuçları aynı, ama anlamları farklı. İşgal, bize ait olan yerin yabancı tarafından zapt edilmesi demek. Fetih, bizim başkasına ait olanı zapt etmemiz söz konusu olduğunda kullanılan bir terim. İşgal ile fetihte olay aynı, ama konuşan taraflar farklıdır. İşte bu, işgal ile fetihi “istila”dan ayıran şey. Evet, istila da ele geçirme, zapt etme işi. İşgal ve fetihten farkı sızarak, fark ettirmeden ve fark edilmeden gerçekleştirilen ele geçirme olmasında. İşte bu sinsi tarz yüzünden savunucusu da yok. İstila, savunucusu olmayan ve kendini savunmak zorunda kaldığında ortadan kaybolan failin işi.

İstila, insanın insana toplumsal – siyasal – hukuksal – ahlaki kumpasları eşliğinde, dünyanın dört köşesinde “küresel” bir tarz. Gizli saklı olsa da, kendini pek tumturaklı sözlerin ardından gösteriyor aslında. Son zamanlarda gazetelerde yazıldığına rastladığımız “etki odaklı harekat” adlı sinsiliğe dayalı savaşçılık, belirdiği deliklerden biri. Üniversitelerden medyaya, “STK”lardan siyasal partilere yayılıp duruyor.

İstilacılık, bizim ülkemizde siyasetin en temel yöntemlerinden biri haline gelmiş bulunuyor.

2001’de başlatılan Ergenekon ve Balyoz saldırısı, örneklerden biri. Son zamanlarda AKP’nin “paralel yapı ve onun işleri” diye yakındığı olaylar, bu şeyin yaşadığımız en yakın ve canlı örneği.

Henüz bunlar gibi açığa çıkmamış başka istilacı türler yok mudur?

Ya bu olaylardan ya da istila filmlerinden ders almalı. Filmlerden biliyorum, “fark ediş aşaması” kendi başına pek heyecan verici. Ardından “direniş aşaması” geldiği için de çok değerli.

İstila filmlerinde motto hep aynı: Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!

(Aydınlık, 9 Kasım 2014)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder