6 Nisan 2015 Pazartesi

ULUSALCILIK NEDİR?



Siyasal mücadelenin bir kanadında küresel-liberallik, din-mezhepçilik, etnik bölücülük bloğu var. Bu blokla mücadele eden kanadın adı ise ulusalcılık.

Mücadelenin ilk adımı, gerçek muhalefetin ve direnişin adı üzerine. Üçlü blok, el birlik saldırıyor. Saldırısı şiddetli. Öyle ki, kimi ulusalcıları bile etkiliyor. Onlara “kendimize ulusalcı demesek!” dedirtiyor. Saldırgan blok cesaretleniyor; haksız değil, durum onun lehine, dakka bir gol bir!

Ama o kadar da kolay değil. Ulusalcılık tarihe ve toplum bilincine dayanıyor. Şimdiki sözcüsü kolay yollar arasa ya da vazgeçse bile, kendi sözcülerini sabırla yetiştirecek.

Bir ulusalcı olarak, düşüncemin temel taşlarını dört maddede şöyle özetleyebilirim:

Ulusalcılık, küreselciliğin karşı kutbudur.

Küreselcilik, emperyalizmin çağımızdaki adıdır; önceki yüzyılda olduğu gibi, bu yüzyılda da dünya genelindeki eşitsizlik, adaletsizlik, savaşların baş sorumlusudur.

Geçen yüzyılda emperyalizme karşı savaşanlar, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık savaşları verenler ile sosyalistlerdi. Büyük ilerlemeler kaydettiler; emperyalizmin ülkelerini bile ‘refah devleti’ni keşfetmeye zorladılar. Ancak yüzyılın sonunda kazandıkları mevzileri genişletemediler ve yenilgiye uğradılar. Yaralı emperyalizm, kendisini küreselleşme adı altında onardı ve yeniden saldırıya geçti.

Ulusalcılık, işte bu yeniden saldırıya geçmiş eski hasıma karşı yükselen yeni toplumsal ve siyasal duruşun adıdır. Ulusalcılık, anti-emperyalizmdir.

Ulusalcılık, yurttaşlığa dayanan siyasal rejim istemektir.

Ulusalcılık, insanın bireysel var oluş, özgürlük, eşitlik haklarını ortadan kaldıran inanç-kan bağı prangalarının yeniden diriltilmesini reddeder. Bilir ki bu gerici girişim, yalnızca küresel sömürgecinin işine yarayacaktır.

İnanç – kan bağı gruplarına göre ayrışmış toplumlar birbirlerini boğazlayacak, yaşam alanları küresel tekellerin doymak bilmeyen kar hırslarına av sahası olacaktır. Eski yüzyıllarda kalmış “cemaatler – milliyetler devleti” diriltilemez; dünyanın hiçbir yerinde barış ve refah getirecek bir gelecek hayaline temel olamaz. Din ve mezhepler dünya iktidarına talip olduklarında yaşanan savaşların, hiçbir savaşta görülmemiş ölçülerde vahşet sergilediğini bütün dünya bilir.

İnsanlar birbirlerini ana-babadan taşınan kan bağlarına göre ölçüp tarttıklarında aralarında hiyerarşiden başka bir ilişki kuramazlar; etnikçilik, ırkçılıktan başka bir şey değildir. Bunlar, hem insanın doğası hem içinde bulunduğumuz yüzyıl bakımından, içine sığamayacağımız kadar dar elbiselerdir.

Ulusalcılık, devletin kuruluşunda dini-etnik kimliklerin esas sayılmasını reddeder; insanı özgürleştiren bireye dayalı yurttaşlık rejimi için mücadele eder.

Ulusalcılık, dünyada serbest değil, adil ticaret düzeni isteyen siyasettir.

Küreselciliğin Tanrısı piyasadır. Adeta ezel – ebed (öncesiz ve sonrasız) saydıkları ve illa ki “serbest” diye sıfatladıkları piyasa, onların yarattıkları bir şey, tam bir yanılsamadır. İnsanların ilk çağlardan bu yana kurdukları takas pazarlarını, bugünkü kendi piyasalarının başlangıcı saymaları da, şimdi kurulmuş piyasalarının serbestliği de uydurmadır.

Küreselciliğin “serbest ticaret”i, dünyanın doğal ve toplumsal kaynaklarını talandan, milyarlarca insanın yoksulluk ve açlıktan kırılmasından ibarettir. Ulusalcılık, pek acar liboşların ileri sürdüğü gibi, şu kocaman ülkeyi “içine kapama”yı değil, dünya düzenini serbest ticaretten adil ticarete doğru değiştirmeyi talep eder.

Ulusalcılık, planlı ekonomiden yana olmak demektir.

Planlama ve plancılığı “komünistlik” ilan edenler, 1945 sonrasında azgelişmiş ülkeler için kalkınma plancılığını ve 1980 sonrasında da stratejik planlamayı kendileri kurup ördüler. Ama kendi ülkelerinde dev tekellerin ofisleri sektörel planlamadan hiç geri durmadılar; hükümetleri de beş – yedi yıllık planlamalardan hiç vazgeçmediler.

Küreselciler dünyanın geri kalanına “plan değil piyasa” ilkesini dayatıp talanlarını planlı biçimde sürdürdüler. Ulusalcılık, pek büyük bir gücün karşısında pek düşük bir zekanın ya da belki daha doğrusu işbirlikçiliğin reddini isteyen düşüncedir.

Ne piyasaya ne devlete tapınmak! Bugünü ve geleceği planlama iradesini yükseltmek.

Çıkış yolu ideolojik örgütlülük…

Ulusalcı duruşun eksiği, ideolojik bir örgütlülük yaratamamış olmasındadır. Ulusalcılık şimdiye dek kendini ortaya bir “düşünce” olarak koymadı. Farklı siyasal çevrelerde daha çok bir “tepki” ve bir “duygu” olarak varlığını gösterdi. Mevcut siyasal partiler bu “duygu”yu alabildiğine kullanıp sömürdüler. Artık zaman, ulusalcı düşüncenin ideolojik düzlemde işlenmesi, siyasal düzlemde örgütlenmesinin zamanı.

[Yeni Adana, 6 Nisan 2015]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder