Son günlerde bağımsızlık isteyenler çoğaldı.
Ama şaşılacak şey, çoğu kimse bağımsızlığı Merkez Bankası için istiyor. Türkiye’nin
bağımsızlığından söz eden çok az.
*
Politikanın sahibi IMF, Rusya’yı ziyarette
olan başkanı Lagarde’ın ağzından, piyasaların
sesi televizyon kanalı Bloomberg sunucuları
aracılığıyla “siyasetçilerle Merkez Bankası
arasında uyumsuzluk” olmaması gerektiğini, merkez bankalarının “bağımsız”
olması gerektiğini buyurdu. Buyurma hakkı var; çünkü bu politika öz be öz onun politikası.
Türkiye’ye dayatılıp kabul ettirilmesi de 2001’de kendi memurları olan Kemal Derviş eliyle olmuştu.
*
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Merkez Bankası’nın
ülkenin devlet yönetimine ve hesap veren siyaset makamlarına duyarsız
olamayacağını söylemişti. Doğru söylemişti. Ne var ki, hepimizin gözleri önünde
geri adım attı.
Geri adım, gene Bloomberg – Habertürk yazarı
Abdullah Yıldırım’ın yorumuyla şöyle ilan edildi: Cumhurbaşkanı Erdoğan “geçen
hafta başında Londra’da Bloomberg TV’ye verdiği röportajla yabancı yatırımların çok önem verdiği Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusundaki
sözlerine dünkü konuşmasıyla düzeltme de yaptı: ‘Para politikalarında küresel yönetişim biçimlerine bağlı kalacağız” dedi.
*
Küresel
yönetişim biçimlerine bağlı kalmak….
Özet budur. Merkez Bankası’nın
bağımsızlığı, bu kurumun “küresel yönetişim” mekanizmalarına bağımlı olması
demek. Böylece siyasal iktidar, bir zamanlar “piyasalar” denen ve şimdi daha cüretkar biçimde “küresel yönetişim” diye adlandırılan “şey”i, Türk Milletinin egemenlik hak ve yetkisinin üzerinde olduğunu kabul
ediyorum demeye zorlandı.
*
CHP’den Faik Öztrak, Lagarde’ın parmak sallamasından ve Erdoğan’ın açık
taahhüdünden bir iki gün önce, “Türkiye Merkez
Bankası’nın bağımsızlığı konusunda topluma taahhütte bulunmalıdır” diye
yazılı bir açıklama yapmıştı.
Hangi “toplum”a? Türk toplumunun,
seçmenlerin böyle bir taahhüt beklentisi mi var? Elbette yok. Herkesin malumu.
Bu taahhüt talebi, Bloomberg yazarının söylediği gibi “yabancı yatırımcılar”a
ait. Hem de yalnızca kredi - borç veren, senet – sepet alarak para satan
para-sermayedarı sözde yatırımcıların talebi. “Toplum” dediği bu. “Toplum”, Öztrak’ın
da üzücü desteğiyle, Cumhurbaşkanının ağzından “taahhüdü” koparmış oldu.
Aynı köşeden Selin Sayek Böke, 2001 Kemal Derviş zamanından beri duyduğumuz o
tuhaf söz dizimini dillendirip Merkez Bankası
uygulama araçlarını kullanmada bağımsız olmalıdır türünde laflarla o “toplum”un
sözcüsü olduğunu gösterdi.
Şimdi İYİP’te siyaset yaptığını bildiğimiz,
önceden Merkez Bankası’nda başkanlık yapmış Durmuş Yılmaz “ekonomiyle
inatlaşmak olmaz, inatlaşırsan böyle olur” diyerek içimizi ezdi. Ekonomi,
yani küresel yönetişim mekanizmaları… Onunla inatlaşma, ne gerektiriyorsa onu
yap!
*
Küresel
yönetişim kuralları denen “şey”,
günün emperyalizminin ta kendisi, başka bir şey değil. Paranın küresel
egemenleri, 1989’dan başlayarak, merkez bankalarını ülkesinin siyasal iktidarından
ve halkının güncel ve gelecek hedeflerine değil küresel iktidarın gereklerine
bağlanmasını sağlamak için yapmadıklarını bırakmamışlardı. Türkiye’ye bunu 2001
yılında kabul ettirdiler. O günden bu yana, kazandıkları bu mevziyi korumak
için can hıraş kavgadalar.
*
Bizim açımızdan 2001 yılında çıkarılan “bankanın
bağımsızlığı” kararı, Merkez Bankası’nın 1927 – 1933 yılları arasında
kuruluşundan itibaren milli bir banka olarak geliştirilmesi için verilen uzun
savaşı yitirmemiz anlamına gelmişti. O tarihte küreselciler zafer sarhoşuydu. Tek
dünya hükümeti kurmaya doğru yürüdüklerini söylüyorlardı. Kolay zafer
kazanmışlardı.
Ama şimdi 2018’deyiz. Küreselcilik battı.
Dolar – avro sarsılan tahtlarının derdindeler. Küresel yönetişim kuralları’nın
her yanı sarkmaya başlamışken… Merkez Bankası’nın bağımsızlığı üzerinden
teslimiyet tazelemenin ne anlamı var?
*
Dünyanın çöken kuvvetlerine yaslanmış ‘büyük’
muhalefet ve bunlara teslimiyeti çıkış sayan iktidar... Bizim gerçek sorunumuz,
bu durumdan başka bir şey değil.
[Aydınlık, 27 Mayıs 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder