17 Ekim 2018 Çarşamba

BÖLGECİLER


Bizde bölge yönetimi heveslileri hiç eksik olmadı.
Görünürde demirden devlet yanlısı 12 Eylül Rejimi, bölge hevesi bakımından ilk sıralarda yer alır. 1980’lerin başında bir kararnameyle ülkeyi sekiz bölgeye ayırmışlardı. Her birinde birer bölge valiliği kurmuşlardı. Gerekçeleri daha iyi yönetmek, işleri daha sıkı tutmak, kaynakları daha etkin kullanmak gibi “aklî” laflardı. Bu işi 81 numaralı kararnameyle yaptılar.  Tepedeki bölgeci klik büyük adım atmıştı atmasına da, bu adımı tamamlamayı başaramamıştı. Kararnameleri sekiz ay sonra da iptal edildi ve bölge valiliği genel yönetim yapımıza yerleştirilemedi.
Ama aynı dönemde adalet alanımız bölgelendi. İdari yargı için bölge idare mahkemeleri sistemi kuruldu.
*
Sonraki yıllarda bölge heveslilerinin bir numaralı resmî sözcüsü AB oldu. 2000’li yılların İlerleme Raporlarında, AB Türkiye’ye bölgeleşme ödevleri verdi durdu.
Genel yönetim sistemini bölgeleştirmek, besbelli ki zor görünüyordu. Aslına bakarsanız esas istedikleri, Türkiye’de özerk bölge meclisleri sistemi kurmaktı. Ama Türkiye’de eyaletleşmenin nasıl bir tehdit olduğunu herkes, yediden yetmiş yediye herkes çok açık görüyordu; dolayısıyla bu isteği doğrudan ve resmen dile getiremediler.   
AB’nin sömürgeci edalı raporları, pragmatik yollara yoğunlaştı. İki kurumsal zafer elde etti. Birincisi, 2005 yılında bölge kalkınma ajansları adı verilen yapılar yaratılmasını sağladılar. İkincisi, 2015 yılından itibaren ilk derece mahkemelerimizle Yargıtay’ın arasına, istinaf mahkemesi adıyla bölge adli mahkemesi yerleştirmeyi başardılar.
*
Süresi neredeyse 20 yıla yaklaşan AKP iktidarlarında yerli bölgeci klik de boş durmadı. Kimi başbakan yardımcılarının zaman zaman seçimli valilik sisteminden söz ettiğini duyduk. Kimi cumhurbaşkanı danışmanları güçlendirilmiş yerel özerklik laflarını sarf etmekten geri durmadılar.
*
2005’te, AB’nin doğrudan ve açık isteği doğrultusunda, Belediye Kanunu gibi yerel yönetim yasalarında çok kritik bir değişiklik yapıldı. Belediye ve il özel idaresi, kendi yasalarında  “idari ve mali açıdan özerk kuruluşlar” diye tanımlandı. Oysa Anayasa bunları özerklikleri bakımından değil, idari vesayet sistemi bakımından tanımlıyordu, halen de öyle tanımlar. Gelin görün ki AB’nin anayasaya aykırı olan bu isteğine karşı koyulmadı ve kimi hukukçular bile siyasetin ‘hallederiz hallederiz’ pratikliğine katıldı.
Sonra, 2012’de çıkarılan başka bir yasa 2014’te uygulamaya girdi ve büyükşehir sistemi genişledikçe genişledi. Büyükşehirlerin sayısı 30’a çıktı; daha önemlisi bu belediyelerin sınırları il sınırlarıyla çakıştırıldı. İller, belediye yönetimleri bakımından özerkleştirildi. Bölge heveslileri ile özerk yerelciler gidişatı kutladılar. Bu yeniliği, eyaletleşme hedefleri bakımından çok dolambaçlı olsa da yol temizliği saydılar.
Öyle ya! İlde valiyi kaldırıversen, iller “idari ve mali özerk belediyeleriyle birer bölge özerk yönetimidirler! Son adım siyaseten olmasa da işlem bakımından çok kolay.
*
Gelişmeler kabaca yukarıdaki gibi.
Gerçek ise Türkiye’nin bölgelere ihtiyacı olmadığı. Genel yönetim bakımından da, iktisadi ve adli bakımdan da bölge ara kademesine ihtiyacımız yok. Aklî gerekçeler gösteriyor ki bu kademe israf, karmaşa ve hizmetlerde eşitsizliklerin hızla artması demektir. Siyasi gerekçeler de gösteriyor ki, eyaletçilik Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü için tehlikelidir.
[BAG, Aydınlık, 17 Ekim 2018]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder