Şimdi
yerel yönetim seçimlerine giderken, bir kez daha etrafa ağızlardan karmakarışık
sözler dökülüyor.
*
Cumhuriyet
ve Sözcü gazetelerinde, CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na atfen kara manşete
çekilen “Ankara Yönetemez” lafı
hepimizi irkiltti. Sözün İstanbul’dan, durmadan üç imparatorluğun başkenti
olduğu söylenen bir yerden üfürülmesi, tarihi az da bilsek çok da bilsek
hepimize ‘ne demekmiş o?’ dedirtmeye
yetti. Bazılarımız, tarihin yanı sıra Boğazlar sahibi bir yerin Ankara’dan
yönetilememesi ne demekmiş! diye sordu. Birkaç gamsız ‘konu bunlar değil, söz bizim işlerimize RTE karışamaz demekten ibaret’
diye çeviri yapsa da, adayın “RTE”ye ziyareti karşısında gözlerini yere
indirdi.
Parlayıp
sönen bu tartışmanın ağzını bağlayacak söz, yüzyıldan daha fazla bir zaman
önce, Rusya ‘da Gogol’ün Petersburg
– Moskova üzerine yaptığı değerlendirmeden ibaret. Gogol “Rusya’nın Moskova’ya ihtiyacı var, Petersburg’un ise Rusya’ya”
demişti. Hem de ülkenin başkenti Moskova değil, Petersburg iken…
Bizim
başkentimiz Ankara. Hem de kendisi işgalcilere teslim olmuş ve tüm ülkeyi
teslim etmek için çalışan eski başkentle mücadele ederek ülkenin tümünü var
etmiş olan Ankara. İşte o zamanlardan bu yana, keyfe keder değil tarihin
emriyle, hiç kuşku yok ki büyük gerçek belli: Türkiye’nin Ankara’ya ihtiyacı var, İstanbul’un ise Türkiye’ye.
*
Ortalıkta
gezinen bir laf daha var… Farklı partilerden meşru ya da gayrımeşru
temsilciler, kent anayasası
yapmaktan söz ediyorlar. Kimileri neo-liberallerin bir zamanlar okullarda okul
– veli – öğrenci arasında imzalanması için seferberlik düzenledikleri komik
“sözleşmeler”i hatırlatan sözde irade beyanlarına, kimileri yerleşmelerin nazım
planlarına ‘anayasa’ etiketi yapıştırmaya kalkışıyorlar.
Bunu neden yapıyorsun
diye sorduğunuzda ‘ama bu evrensel bir
şey!’ diyenler de var. Nerede o
evrensel diye sorduğunuzda, sorgusu suali gerekmeyen ilahi bir kabul gibi
sahiplendiği şeyin gerçekte kulaktan dolma bir laf olduğunu görüyorsunuz. Kendisi
de zihnini arıyor tarıyor, sonunda bunu nereden bildiğini bilmediğini fark
ediyor.
Avrupa’nın ortaçağında, belki
ençok da Doğu Avrupa kentlerinde, hatta belki de nokta olarak Magdeburg kentinde, kentlerin zengin
etnik/dinsel azınlıklarının kent ticaret ve yönetimini kendi tekellerinde
tutabilmek için, yörenin egemen prensliklerinden kopardıkları ‘ayrıcalık beratları’ hatırasından
başka anlamı olmayan, üzerinden geçen bin yıllık merkezileşme süreçleriyle
ezilip gitmiş ortaçağ kentleri, ‘kent anayasacısı’nın evrenseli olmuş.
Gerçekte
kulağındaki şey, küreselciliğin Avrupa’daki ortaçağ kentlerinden dermeye gayret
ettiği ve ‘evrensel’lik diye satmaya kalkıştığı ayrıcalık beratlarından başka bir
şey değil.
*
Yine Gogol’den
bir söz ile son verelim.
Hemen
aşağıdaki sözü ona, kendine rehber edindiği bir peder 1851’de söylemiş. Bu
eleştiri Gogol’e öyle ağır gelmiş, üzerinde öyle yıkıcı etkiler yaratmış ki,
kendini aç bırakarak ölmeye yatmış. 1852’de bitmemiş romanını da yakıp 43
yaşında yaşama veda etmiş.
“Eğer bir lamba parlayacaksa, camın
tertemiz yıkanması yeterli değildir: İçinde mum da yanmalıdır.”
İlgililerin
üzerinde Gogol’de olduğu gibi yıkıcı bir etki yaratacağını hiç sanmıyorum. Ama
mim koymalıyız ve çaresini aramalıyız ki gerçek şu: Şimdi yürüdüğümüz yerel
seçimlerde camı parlatılmış lambaların özelliği, içlerinde mum olmaması.
***
Gogol alıntıları Orlando Figes, Nataşa’nın
Dansı, YKY, 2002, s. 163 ve 297 adlı kitaptandır.
[BAG, Aydınlık, 13 Ocak 2019]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder