En
yakın çevremizdekilerin bize uzak görünmeleri, hatta bazılarımızın sınırdaş
ülkeler için ‘egzotik yer!’ gibi
süper-Avrupalı sıfatlar kullanmaları en tuhaf durumlardan biri.
Bunun
iki nedeni var denebilir.
*
Birincisi,
yollar çok uzun süre kapalı kaldı.
Günümüzde
bu durum kısmen de olsa değişti. En geniş seçenek havayolu kuşkusuz, ama adı
üstünde, bu yol bir noktadan kalkıp bir başka noktaya havadan konmaktan ibaret.
Yerin üstünden havayı çizgi boyu soluma olanağı vermiyor. Trenle gitmek
isterseniz yalnızca iki hat var: batıya doğru doğru Sofya – Bükreş’e, doğuya doğru Tebriz’e
kadar. Otobüsle gitmek isterseniz Balkanlara ve Avrupa’ya ulaşmak mümkün; doğuda
Bakü’ye de uzanabilirsiniz. Toprak ya da deniz üstünden taşımalar olmasa da, artık
kendi arabasına atlayıp örneğin yolu Moskova’dan
İzmir’e kat ederek gelip gidenler var. Yollardaki kesintiler ve
tıkanıklıklar açıldıkça, burnumuzun dibindeki ülkelere ilişkin cehalet,
temelsiz hisler, önyargılar, hayranlıklar ve korkular buharlaşıyor. Bunların
yerini görüp bilmenin verdiği gerçeğe uygun duygu ve düşünceler alıyor.
*
İkincisi,
en yakın çevremizi Fransızca/İngilizce’den
çevirilerle öğrendik.
Batı
entelektüelleriyle yönetimleri, doğu dedikleri bizim buraları ve
ardımızdakileri ‘kaba barbar’ diye kodlamışlardı. Aralarından buralara gelip de
tanıyanlar genel olarak hayranlık duyduklarında, tanık oldukları farklılıkları,
aslında yabancılığı daha da artırmaktan başka işe yaramayan ‘egzotik’lik diye
tanımlamışlardı. Yani ıraksı, yabancıl,
tuhaf, başka bir iklimin otu … Bizim kendi kendimize ve bize ençok
benzeyenlere ‘egzotik’ sıfatı
yapıştırmamız, yaptığımız en acayip işlerden biri oldu. Şimdilerde, aynı ulaşım
ağlarında olduğu gibi, bu durum da değişiyor. Hala ağırlıklı olarak
İngilizce’den çeviri fikirlerin aracılığıyla öğreniyoruz; ama en yakınımızdakileri
doğrudan kendimiz öğrenmeye başladık. Bu, tarihsel önemde, büyük bir
kırılmadır.
*
Evin
ikinci çocuğu minik köpeği ‘Köpük’ü
yanına alıp Moskova’dan arabasına atlayan ve on gün için İzmir’e düşen adam,
böyle yolcularla yolculuklar, batı-merkezli düşünce dünyamızın üzerindeki
ipotekleri hızla yüke dönüştürüyor.
Bize
de, şimdiye kadar baktığı yerde barbarlık
ya da gördüğü yerde egzotizm bulan
çıkarına ölümüne bağlı ve benliğine budalaca hayran batılı süzgeçten
öğrendiklerimizi sıkı bir eleştiriden geçirmek gibi şenlikli bir görev düşüyor.
*
Az
iş değil.
Batı-merkezli
yazılı kaynaklarımız içinde çok bilgi var. Değerli bilgiler var. Bunları bir
yana atmak akıllıca değil. Ama bu bilgilerin hem seçiminde hem işlenişinde hem
de çıkarılan sonuçlarda gömülü ‘zihniyet’
büyük bir sorun oluşturuyor.
Örneğin
Rusya’nın ulusal varoluş kodlarını, Belge
yayınevi eliyle, Rusya’dan göçme sonradan Fransız vatandaşı Alexander Koyre’den öğrenmeye mahkum
edilmiş gölgeli fikir dünyamızdan ders alarak, kuşkucu okuma şart.
Nasıl
şart olmasın? Söz konusu yazar bu kitapta “Ruslar
tarih felsefesinin temelini nasıl attılar?” gibi büyük bir soruyu
araştırıyor. Ve kazısını şöyle bir duyguyla başlatıyor: “Alman felsefesiyle tanışmak, bu
düşünce girmemiş zihinlerde nasıl bir etki yapmıştı?” Thomas Kuhn’un
paradigma teorisine ortak koşulan ‘yüksek bilimci’den Rusya/doğu söz konusu
olunca öyle bir söz ki! İçbakışı öyle aşağılayıcı ki, bu söz kavgada söylenmez!
*
Ama
zihin temizliğini başarmak çok zor da değil.
Çünkü
zamanı geldi. Artık Avrasya bölgesinde yaşam kuran yeni bir kuşak ve batı-aracısı
olmayan genç entelektüellerimiz var.
[BAG, Aydınlık, 20 Ocak 2019]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder