Küreselleşme
ideolojisi, iddia ve umutlarının bittiğini 2008’de ilan etmişti.
Küreselleşmenin bayraktarı olsun diye kurdukları Dünya Ticaret Örgütü, o yıl
askıya alınmıştı. Üzerinden on yıl geçti. DTÖ askıdan indirilemediği gibi,
orada kurumaya terk edildi. Dünya tekellerinin “gelecek, geliyor, geldi, mecbursun boyun eğeceksin” diye
salladıkları kılıç kırıldı.
*
Askı
ilamı üzerinden on yıl geçti. Bu süre içinde “peki şimdi nereye?” sorusu üzerinde etraflıca durulamadı.
Neden
öyle oldu?
*
Muhtemelen
çoğu insan, bu ideolojinin üzerinde yükseldiği “kaçınılmaz bir şey” iddiasına takılmıştı; kaçınılmazlığın buhar
oluşuna inanmak kolay mı? Ya da belki öncüler öyle parlak, öyle akıllı, öyle
zengin idiler ki, bu yeni tip dünya insanlarının yanılabileceklerini de yalan
söylemiş olabileceklerini de düşünmek istemediler.
Öte
yandan, hükümetler de bıçkın muhalifleri de çöküp giden küreselciliğin hesabını
görmek yerine, eski laflardan dem vurarak iş görme gayretine düştüler.
Küreselcilikle
hesaplaşmak, herşeyden önce, özelleştirmelerin hesabını görmek demek. Sonra,
devleti şirket gibi yönetme zihniyetini ortadan kaldırmak… Uluslararası hukuk
adı altında tekelci şirket hukukunun üstünlüğünü tanıyan anayasa – yasa değişikliklerini
geri almak demek. AB’yi, NATO’yu, BM’yi gözden geçirmek demek… Büyük iş.
*
Aslına
bakarsanız, günümüzde bütün bu konuların etrafında dolaşıp duruyoruz.
İktidar
“yerli ve milli” diye bağırıp “dünya beşten büyüktür” diyor, Merkez Bankası bağımsız olur muymuş
falan diyor ve orada duruyor. Parlamenter muhalefet ise bundan daha geride,
bıkıp usanmadan “bizim yönümüz Batı’dır”
andı okuyup ‘NATO’dan çıkmak felaket olur’ diye bağırıyor. Yıkılan AB-D
sisteminden kurtulmak lazım diyen bizimki gibi görüşlere, daha şimdiden,
ellerinde “Rusyacı, Çinci, İrancı,
Hindistancı!” etiketleri bulunan keskin sirkeler hazırlanmış bulunuyor. Özünü
söylersek, bütün bir toplum, bizde olduğu gibi dünya da, bu sarsak görünen
günde geleceği hazırlıyor.
Eğer
sarsak siyasetle hazır kıta keskin sirkelerden çekinirsek, düşüncelerimizi
derleyip toplamakta daha da gecikirsek, yaşama yön veren kuvvetlerin ardında
sürükleneceğiz.
*
Gün,
şimdi ne yapmalı? sorusunu aydınlığa
kavuşturma günü.
Buna
verilen yanıtlardan biri, John Ralston
Saul adlı Kanadalı yazarın Küreselleşmenin
Çöküşü adlı kitabını temsilci seçersek, şu: Çözüm “son 30 yılın [küreselciliğin] eski varsayımlarına dayanan eski
yapıları yeniden inşa etmek değildir. Küreselleşme öncesi yapıları yeniden inşa
etmekse hiç değildir. Toplumsal ve
çevresel ihtiyaçlarla, pazarın gereksinmelerini dengelemeye dayanan, daha
sofistike bir zenginlik oluşturabilmek için gerekli imkanlara sahibiz.”
Benim
anladığıma göre diyor ki toplum [devlet]
+ doğa + ulusötesi tekeller arasında yeni bir mutabakat yapalım.
*
Küreselleştirme
operasyonları boyunca insanı ve doğayı tarumar eden açgözlü şımarıklığı, bu
kadar nesnel ve canlı gösteren bir yazarın tekellerle
mutabakat çağrısını ok endişe verici buldum.
Küresel
tekeller yıllarca suda, çöpte, okulda, hastanede, elektrikte, hatta hapisanede
ve mezarlıkta “Tüm İktidar Sermayeye!” dediler. Dünyanın hem toplum hem doğa
bakımından yönetimini almak istediklerini gözümüze soktular, Bunlarla
mutabakat, küreselci zorlamanın yapamadığını gönüllü olarak yapmaya kalkışmaktan
başka ne anlama gelir ki?
Bu
sözde çözüm, Kanada’dan bakınca uygun görünüyor olabilir. Bizim buralardan bakınca
ekşimiş görünüyor.
[BAG, Aydınlık, 23 Ocak 2019]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder