10 Ağustos 2014 Pazar

HER KAFADAN AYRI SES!


Önce bir not: Dün seçim oldu; ne var ki basıma yetişsin diye yazıyı seçimden bir gün önce göndermek gerekiyordu. Yazıyı yazarken henüz seçim yapılmadığı için konumuz farklı. [YENİ ADANA]

*

Yönetici koltuklarından birinde oturan kişi konuşuyor. “Biz” diyor, “demokratik bir partiyiz, bizde herkes görüşünü serbestçe söyler”.

Seçmen ise başka bir şey söylüyor: “Her kafadan ayrı bir ses vermeyin. Baştaki ne söylerse ona uyun. Bak AKP’ye, hiç farklı ses çıkıyor mu!”

Aynı durumu yukarıdaki ‘iyi bir şey’ diye görürken, taban ‘kötü şey bu” diye değerlendiriyor.

Yoksa yine “halktan kopukluk” emaresiyle mi karşı karşıyayız! Tavan ile taban, aynı duruma ilişkin zıt düşünceler içinde. Bunun anlamı ne?

YÖNETİCİLERE GÖRE…

Yönetici ya da tavandaki, cümlede öyle önemli sözcükleri atlıyor ki, söylediği şey sonuçta yanlışa çıkıyor. Çünkü herhangi bir kurumda, özellikle de siyasal partilerde demokratiklik göstergesi herkesin görüşünü serbestçe söyleyebilmesi değil.

Demokratiklik göstergesi, herkesin görüşünü karar verme sürecinde yer alıp orada serbestçe söyleyebilmesi. Karar verirken, ortadaki sorunu enine boyuna konuşmak. Sözünü kimseden, başkandan ya da başkanlık grubundan korkmadan dile getirmek. Kısıtlanmadan konuşmak. İleri sürdüğü görüşe karşı olan görüşleri duymak, dikkate almak, yanıtlamak, tartışmak. Yeterince görüşme yapıldığına ortaklaşa kanaat getirildiğinde bir sonuca varmak…. İşte karar bu. Bir kez karar alındıktan sonra da, o karar içine sinmese de susmak ve gereklerini yerine getirme sorumluluğunu üstlenmek.

Yani demokratik merkeziyetçilik!

Eğer bunu yapmamış ve iki şey yapmışsanız…

Birincisi, karar vermek için kurulmuş kurulları toplamıyorsanız…

İkincisi, kurulları toplayıp katılanlara ‘söyledim, ruhumu kurtardım’ duygusundan başka hiçbir şey vermeyen etkisiz bir ortam yaratmışsanız... Söylenen her söz havada asılı kalmışsa… Toplantı elgördülük yapılmış, yasak savılmışsa….

İşte bu iki durumda da demokratikliğe elveda! Buyursun despotik merkezcilik!

TABANA GÖRE…

Seçmen ya da taban “tek ses verin” derken haklı. Gerçekten öyle olmalı.

Ama bu nasıl sağlanacak konusunda, AKP örneğini verip ses çıkaranları “başkanını dinlesene!” diye paylayınca ortaya değişik bir manzara çıkıyor. Tabanın parmağını salladığı taraf isabetli değil. Parmakların, baskın yapmaya alışmış tavana sallanması gerek. Tabanın yukarıyı “programını - tüzüğünü uygulasana!” diye paylaması gerek.

Her kafadan bir ses çıkmasının nedeni, tavandakinin kendi aklına eseni karar diye ilan etmesi. İyi ama o şey “karar” değil adeta bir baskın. Üstüne üstlük bir de partinin programına ve kuruluş ilkelerine aykırı. Yani hem tüzük hem program ihlal edilmiş. Bu durumda yanlış ve hatta suç olan şey, susmak değil mi?

GERÇEKTE…

Hakkari'ye gidip yerel yönetim özerklik şartındaki çekinceleri kaldıracağız diyerek etnik milliyetçiliği cesaretlendirmek; F tipi cemaatçiliği korumaya almak ve inkar ederek işbirliği yapmak; laik cumhuriyete yönelen saldırıları değil, bu saldırılara karşı direnişi bastırmak; Türk vatandaşlığının etnik bir tanım olduğunu söyleyip bunu anayasadan çıkarmayı uygun bulmak; siyasal arenada kendi kadrosundan yetişmiş olanlarla yürümekten vazgeçmek… vb. vb..

Bütün bunları, yetkili karar organlarını es geçip bu organlara rağmen yapmaya gayret etmek…

Kısacası, ideolojik omurgadan; programdan; tüzükten vazgeçmek…

Her kafadan bir ses çıkması, işte bu gerçeklerin dışa yansımasıdır. Yani sorun “başkanını dinlemeyen huysuzlar”dan kaynaklanmıyor.

Mesele, tavanda ideolojik omurgaya –temel ilkelere ve programa –temel amaçlara; tüzüğe –görev, yetki, sorumluluk yapısına uygun davranılmamasından kaynaklanıyor.

O halde seçmen ile taban, "her kafadan bir ses çıkmasın" dediğinde haklıdır; ama bunu sağlamak için parmağını salladığı yön doğru değildir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder