Türkiye’nin IMF karşısında borç alan ülke konumu, Mayıs 2008’de sona erdi.
Toplam 62 yıl süren ve 19 standby
anlaşmasıyla biçimlenen IMF Bağımlılığı
tarih oldu.
1980 – 1995 yıllarının küreselleşme
rüzgarı, yapısal uyum politikalarıyla estirilmiş, Asya Mucizesi bunun övünç kaynağı olmuştu. Türkiye’de dönemin
küreselcileri şahlanmış, “bu uyum
dediğiniz şey yıkımdır” diyenlere esip gürlemişlerdi. Batıcı borazanlar
kısa bir zaman sonra bozguna uğradılar. Çünkü 1997 yılında mucizenin adı
değişti, Asya Krizi oldu. Asyalılar
ise bu krize IMF Krizi adını
verdiler. Küreselciliğe “yapısal uyum” için reform şampiyonu sayılan ülkelerde 1997-1998
yıllarında IMF İntiharları baş
gösterdi. Güney Kore, günde 25 IMF intiharıyla tüm dünyanın dikkatini çekti.
1998 yılının ortalarında, Endonezya Başkanı Yusuf
Habibi, halkını haftada iki gün oruç tutmaya, böylece paralarının değer
yitiminden ötürü dışalımını yapamadıkları için ellerinde çok az kalmış olan
pirinç stoklarını idareli kullanmaya çağırmıştı. Hem Asya’da hem Afrika’da malnutrition -beslenme bozukluğu sorununun yaygınlaştığı haberleri doğrulandı.
Açlık ve yiyecek kıtlığı sorunu, unutulmaya yüz tutmuş tüberküloz gibi
hastalıkların hortlaması, azgelişmiş ülkeleri küresele uyarlamacı politikaların
yaldızlarını dökmeye başladı.
Bu gelişmeler karşısında
IMF ve bununla ortak çalışan kurumlar, yaklaşımlarını değiştirmek zorunda
oldukları değerlendirmesi yaptılar. IMF, 1999 yılının sonunda, bundan sonra
yapısal uyarlama anlayışıyla değil, PRGF
Anlayışı ile çalışmaya karar verdiğini ilan etti. PRGF, Poverty Reduction
and Growth Facility, yani Yoksulluğu
Azaltma ve Büyüme Yaklaşımı. Dünya Bankası da aynı biçimde davrandı. 1998
yılında bir karar alarak, çalışma düzenini bundan sonra CAS, Country Assistance Strategy yani Ülke Yardım Stratejisi anlayışı çerçevesinde yürüteceğini ilan
etti. Onun yeni anlayışında da yoksulluk sorunu baş köşeye çekilmişti.
Elbette yapısal
uyarlamacılıktan, yapısal reformlar lafından vazgeçmemişlerdi. Yaptıkları şey,
bunu “yoksulluk” ve bir de “yolsuzluk” odaklı olarak yürütmekti.
İşte bu kontrollü yıkım aşamasında daha on yıl bitmeden, küreselciliğin ikinci büyük
bunalımı patladı. 2008 Amerikan Krizi.
Onlar Amerikan Krizi değil, küresel kriz demeyi sevseler de, bunalım ABD’nin
konut krediciliğinde başlamıştı ve asıl olarak müttefiki İngiltere gibi
ülkelerin bankacılık sistemini vurdu. Elbette dünya ticareti üzerinde de
etkileri oldu. Küreselciler bu bunalımın Türkiye’yi “teğet geçti”ğine
sevinmişlerdi.
Amerikan bunalımının
ardından IMF düzeninde bir değişiklik daha oldu. IMF, yoksulluk yönetimi –PRGF- Anlayışı’nı terk etmeye karar verdi. 2009
yılının sonunda ECF -Extended Credit Facility yani Genişletilmiş Kredi Verme Anlayışı ile
yürüyeceğini ilan etti. Bundan böyle kredi verirken her ülkenin
gerekliliklerini göz önünde bulundurma esasına dayanacaktı. Her ülke için ayrı
elbise! Böylece IMF dünyayı kurtaracak müjde gibi ilan ettiği genel, tek,
kapsayıcı stratejiler ilan etme kibrinden vazgeçerek kurumsal eriyişini de
belgeledi.
Türkiye, 2008 yılında
borçlarının son taksidini ödeyip, IMF’nin özel olarak dikeceği elbiseleri giyme
derdinden kurtulmuştu. Bunun ikizi Dünya Bankası ise, dili paslı dişi kırık
olsa da hala kapımızda. Üç yıllık CAS’larını hazırlamayı sürdürüyor ve ülkenin
içinden yükselen papağanvari “yapısal
reform şart!” bağırışlarının ardında sırıtıp duruyor.
1945 doğumlu IMF ile
Dünya Bankası, yetmiş yaşında devirlerini tamamlıyorlar. Küreselleşmenin
kurumları olmaya gayret edip tazelenmeye kalkıştılar, ne çare ki küreselleşme
35 yaşını bulmadan kırılıp döküldü. Şimdi hep birlikte, ansiklopedilerdeki
emperyalizm başlığının “tarihçe” bölümüne taşınıyorlar.
Emperyalizm, küresel sömürgecilik aşamasında bir dönemi kapatıyor. Yaşlı IMF – Dünya Bankası’na 1995 yılında
taze kan olsun diye Dünya Ticaret Örgütü’nü
katmıştı; dünya hükümeti olacak dediği bu kurum daha onuncu yılı biter bitmez
dondu kaldı. Şimdi ABD bir elini Atlantik Okyanusu’na, öbür elini Pasifik
Okyanusu’na daldırmış, trans-atlantik (TTIP)
ve trans-pasifik (TPP) bölgeci
serbest ticaret ve yatırım anlaşmaları peşinde koşuyor.
Küresel sömürgeciliğin ‘küreselci’liği, yerini ‘bölgesel blokçuluk’a bırakıyor.
[BAG, Aydınlık, 15 Kasım 2015]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder