6 Haziran 2016 Pazartesi

MÜFTERİLER KARŞISINDA TÜRKİYECİ POLİTİKA


Alman federal meclisi, Türk Ulusuna soykırım iftirası attı. Bunu neden yaptığı önemli bir soru. Ama daha önemli bir soru bunu nasıl yapabildikleri.

Yabancı devlet meclislerinin, en son Alman meclisinin hakkımızda iftira kararları alabilmeleri, herşeyden önce, Türkiye’nin sergilediği zayıf tutumdan kaynaklanıyor.

*

Uzun yıllardır süren bu iftira kampanyası karşısında Türkiye, kendisine çalınmak istenen karaya karşı kısır bir politika izledi. Yapılan şeye “sözde soykırım” dedi. Sonra, son on yıl içinde bunu bile ağır buldu; bu sözü kaldırıp sorunu “Türk – Ermeni Uyuşmazlığı” diye adlandırmaya başladı.

“Sözde" Soykırım Politikası döneminde, pek kimsenin uğramadığı internet sitelerinin bir köşesine, kimselerin kullanmadığı içeriksiz metinler yerleştirmeyi iş yapmak saydı. Belli oldu ki, bu “politika”nın içi boştu. Tam yetkili bir makamı ve kurumu yoktu. Politikanın uygulama planları yoktu. Hepsi kendini sorumlu sayan kişilerin girişimleriyle başlayan mücadele atakları hep kesintiye uğradı, sonuca varmadı.

“Uyuşmazlık" Politikası, AB’nin Türkiye’ye “vize serbestliği istiyorsanız terörle mücadeleyi bırakın” dediği sırada Alman meclisinden çıkarılan iftira kararıyla birlikte şimdi iflas etti.

*

Aradaki mesele uyuşmazlıktan ibaret diyen yeni politika, 2005’te başladı.

Kamuoyunun bildiği ve bilmediği neler yapılmamıştı ki!

Nisan 2005’te Başbakan Erdoğan Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’a “ortak tarih komisyonu kuralım” demişti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2008’de Erivan’ı ziyaret etti, iade-i ziyaret olmadı. Arabulucu İsviçre idi. 10 Ekim 2009’da dışişleri bakanları Ahmet Davutoğlu ile Edvard Nalbandyan “Zürih Protokolleri” imzaladılar. İki protokol vardı. Biri “diplomatik ilişkilerin tesisi”ni, öbürü ikili ilişkileri geliştirme”yi amaçlıyordu. Türkiye protokolü onaylasın diye TBMM’ye gönderdi, ama Ermenistan bir yıl sonra, elbette yine Nisan ayında “dondurduk, protokolleri geri çektik” dedi.

*

Bütün dünya gördü.

Uyuşmazlığı çözmek isteyen Türkiye, istemeyen Ermenistan idi.

Peki, bu gerçek, dünyanın gözüne sokuldu mu?

Hayır!

Dünya bir yana, yurtiçi kamuoyu olarak biz bile bu durumun farkına varmadık. Bu altın fırsat neden kullanılmadı? Yoksa "uzlaşmaz olan biz değiliz"i cümle aleme göstermek, bu “politika”nın bir parçası bile değil miydi?

*

Uyuşmazlık çözme siyaseti, muhatabın reddi karşısında 2010'da başarısız oldu. Ama ilginç, Türkiye’nin belli başlı siyaset odakları vazgeçmedi.

AKP Ermeni kökenli Etyen Mahçupyan’ı resmi yüksek danışman etti. Seçimlerde AKP ve CHP, Ermeni cemaatini temsil eder diye görülen adaylar gösterdi. Gelin görün ki, ortaya acayip bir durum çıktı. Adaylar Ermeni kökenliydi, ama bu topluluğun temsilcileri değil, iftiracı cephenin temsilcileriydi. Çünkü “soykırımı kabul edin!” diyenlerden seçilmişlerdi. CHP yönetimi daha da yüksek atladı; “soykırımla yüzleş” diyerek yürüyüş yapan genel başkan yardımcılarını ödüllendirdi. Örneğin bunlardan biri olan Şafak Pavey’i, yürüyüşünden altı ay sonra, TBMM Başkanvekili koltuğuna oturttu.

*

Alman meclisinin müfteri hali, Türkiye’nin zayıf tutumundan kaynaklanıyor. Besbelli, yıllar boyunca uygulanan sinik siyaset de son on yılın uzlaşma siyaseti de, Türkiye’nin haklı davasını savunmak yerine Türkiye’yi savunmasız bırakmakla sonuçlanmış bulunuyor.

Şimdi büyük soru şu: 

Türkiye’nin sergilediği zafiyet nereden kaynaklanıyor? Bu sorunun üzerinde özenle durmalıyız.

Şimdiden söyleyebileceğimiz şey ise, bizim, müfteriler cephesine karşı Türkiyeci yeni ve gerçek bir politika oluşturulmasına ihtiyacımız var.

İftirayla Mücadele Politikası’na…


(BAG, Yeni Adana, 6 Haziran 2016)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder