2012
yılının sonunda yerel yönetimlerde yüksek şiddette deprem oldu. Şimdi AKP’nin
kendi partisinden belediye başkanlarına istifa zorlaması yapmasına karşı çıkan
ses kadar olması bir yana, bunun yüzde biri kadar ses çıkmadı.
Depremin
kodu 6360 idi, tarihi 6 Aralık 2012.
Bu
yasanın yarattığı yıkım iki yıl sürdü; 30 Mart 2014 seçimlerinde ortaya başka
bir yerel yönetim dünyası çıktı.
*
Deprem,
belediye meclislerinin yüzde 35’ini,
il genel meclislerinin ise yüzde 63’ünü
yok etmişti.
Rakamlar
şöyledir:
Ülke
genelinde 2009’da 31,790 meclis sandalyesi vardı; 2014’de bunların sayıları 20,498’e
düştü. İl özel idarelerinin meclislerindeki sandalye kırılması daha da akıl
almaz oldu. Bunlarda 2009’da 3,379 sandalye varken 2014’te geriye yalnızca 1,251
sandalye kaldı.
*
Deprem,
ülkenin dört bir yanından tam 1,581 belde belediyesini ortadan kaldırmıştı.
2009’da toplam 2,948 belediye vardı. 2014’te belediye sayısı 1.396’ya düştü.
Belediyelerin yüzde 53’ü toprak
olmuştu. Ortadan kalkanların bir kısmı köy olurken, büyük bir kısmı mahalle
haline geldi.
Aynı
depremde, il özel idarelerinin 30’u yok olmuştu. Her ilde 1 adet olan özel
idarelerden geriye yalnızca 51’i kaldı. Yani yüzde 40’ı yok edildi. Ama yok edilenler en büyükleri, en kalabalık
olanlarıydı, şimdi büyükşehir olan illerin özel idareleriydi. O yüzden
kendilerinin yüzde 40’ı, ama ülke genelinde sandalyelerinin yüzde 60’ı kırıldı.
*
Deprem
sonunda ortaya çıkan manzarada, toplumun
yüzde 93,3’ü belediyeli [şehir nüfusu] nüfus
oldu. Bunun kadar ilginç bir başka özellik daha belirdi. Belediyeli nüfusa
göre bakarsanız yüzde 83’ü, toplam nüfusun
ise %77’si de büyükşehir belediyeli.
*
Bunların
başındaki kişiler, büyükşehir belediye başkanları, doğrudan seçilmemiş bir meclisle iş görüyorlar. Öyledir; büyükşehir
belediye meclislerinin üyeleri “büyükşehir/il halkınca” değil, içindeki
ilçelerin seçmenlerince o ilçeye meclis
üyesi olsun diye seçilir. İçlerinden birkaçı büyükşehir meclisi üyesi
görevini de üstlenirler. Yani bu
meclisler, “meclis”ten çok yalnızca birer
pazarlık/eşgüdüm kuruludur.
Büyükşehir
belediye başkanlarını ise tüm büyükşehir, yani büyükşehir sınırları il
sınırlarıyla çakıştırıldığından beri, tüm
il halkı doğrudan seçiyor. Ve bu durumun üzerine ekleyelim; yönetim
sistemi, 1963 yılından beri ‘güçlü [icracı]
başkanlık modeli’ne göre kurulmuş bulunuyor.
Hem
genişleyen sınırlar hem temsil tabanı iyice daraltılmış alt-belediyeler, hem de
eşgüdüm kurulundan ibaret dolaylı meclisle icracı başkan sayesinde, halkın yönetimi
oluşturma gücü bir yana, etkileme gücü bile ortadan kalkmış tek adamlık il-belediyeler…
*
Büyük
yanlışın özeti şöyle yapılabilir:
(1)
Belediye şehir yönetimi olmaktan çıkıp
alan yönetimine dönüşmüştür. Bu
elbise bu bedenin değildir. İstanbul bir şehir-alan’dır -isterseniz
metropolitan ya da metropolis deyin; ama Ankara ve İzmir dahil, diğer 29
büyükşehirde bu özellik yoktur.
(2)
Bu, meclisi eşgüdüm kurulundan ibaret, başkanı ‘güçlü icracı’, dolayısıyla
kararverme süreci tıkanıklıklarla dolu bir yapıdır. Bu yüzden ortalık aşırı
güç-yüklenmiş kerameti kendinden menkul odaklara kalmıştır.
(3)
Büyükşehir modeli, yerel seçmenle açık, programatik, denetlenebilir ilişkiler
kurulması bir yana, ilgili ‘yerel’ halkla demokratik ilişkileri kopmuş,
oligarşik iktidar yapılarına dayanıp onlardan beslenen bir usul haline
gelmiştir.
*
Böyle
bir sistemde, iktidar partisi genel başkanının, “halk tarafından seçilmiş
belediye başkanı”nı görevinden istifa etmeye zorlamasında acayip bir durum yok.
Acayiplik,
adına halâ belediye denen oligarşik sistemin kendisinde.
Bu uygulama bu sisteme uyar!
*
Türkiye’yi,
yanlışlarıyla beraber durmadan büyüyen büTünşehircilikten
bir an önce kurtarmamız gerekir.
[BAG, Aydınlık, 25 Ekim 2017]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder