7 Şubat 2018 Çarşamba

SİYASİ PARTİLERİ ERİTME MODELİ


2019 başkanlık rejiminin, siyasal partiler üzerinde iki büyük etkisi olacak.
Birincisi, siyasi parti –iktidar (seçimin birincisi olmak) hedefi birbirinden kopacak.
İkincisi, güçlü idare ararken, bunu içinden patlatan türde, iki pazarlıkçı parti ile çok sayıda pazarlık particikleri sistemine yol açacak.
*
Alışageldiğimiz yapıda partisinin genel başkanını, ‘Başbakan filanca!” sloganında olduğu üzere başbakan yapmak, partililer için iktidar hedefinin özeti. Ama şimdi ortada bir tuhaf boşluk duygusu var. Çünkü yapılacak seçimde başbakanlık olmayacak.
Partisinin genel başkanına ‘Cumhurbaşkanı falanca!” diye tezahürat yapmak, dillere de akıllara da yabancı düşüyor. Hadi diller kırılıp böyle bağırılsa, CHP’de olduğu gibi, partinin genel başkanı iktidarın başı olmakta henüz kararsız. İrice partiler, iktidarı doğrudan eline geçirmekten değil, vekâletle devretmek gibi akılları zorlayan yollara düşmüş.  Öyle ki, iktidar koltuğuna oturtulacak kimseyi belirlemek için sandıklar kurma önerileri havada uçuşuyor.
Varlık nedeni ‘siyasal iktidar için mücadele etmek’ diye tanımlanan siyasal partiler için, herhalde bundan daha büyük bir bunalım olmaz. Varlık nedenini yitirmek, yokluğa yuvarlanmak demek.
Siyasal partiler için türlü bunalım durumlarının adeta son durağı.
*
Başkanlık rejimi, 1982’den bu yana, güçlü idare ararken vardığımız nokta. İlk adımı, güçlü cumhurbaşkanı diyen 1982 Anayasası atmıştı. İkinci adım, cumhurbaşkanının seçimle belirlenmesi düzenlemesi getiren 2007 Referandumuyla gelmişti. Bunun uygulaması 2014’te yapıldı. Üçüncü adım, başkanlık rejimi öngören 2016 Referandumuyla atıldı. Güçlü yürütme seferberliği, 1982 – 2019 dönemi sonunda, Başkanlık rejimi uygulaması olarak, 2019 seçimlerinde başlayacak.
*
Ne var ki, ortaya çıkan sonuç, şimdi kurulacağı varsayılan “güçlü idare’yi içinden patlatacak kadar sorunlu.
Bu sistemde işler, aynı referandumlarda olduğu gibi, yüzde 49/51 kapı aralığına sıkıştı. Hükümet olabilmek için, kullanılan oyların yüzde 51’ine sahip olmak gerekiyor. Seçmenin görece büyük kesimlerini temsil eden partiler birlikte hareket etmedikçe, bu oranı yakalamakta umutsuzlar. Üstelik büyüceklerin bir araya gelmesi de yetmiyor. Yüzde 49/51 kapısındaki yüzde 1’lik eksik, çok az seçmenli partileri kilit açacak anahtar katına yükseltiyor.
O yüzden ‘seçim ittifakı yapmak’ şart. Bunun ardından, eğer seçimi kazanırlarsa, elbette ‘koalisyon kurulacak’; ittifakın meyvesi bu.
İşte yeni sistemin başka bir sorunu da bu noktada ortaya çıkıyor. Parlamenter sistemde ‘seçim ittifakları’ ve ‘koalisyonlar’ı mümkün kılan şey, yaptırım gücüdür. Koalisyon bozulabilir; o zaman hükümet düşer.
Peki bu sistemde?
İttifak/koalisyon yapan hareketler %51’i yakaladıklarında, ilk işbölümünü, elbette pazarlık sırasında vardıkları anlaşmaya göre yaparlar. Sonra, diyelim ki büyük ortak anlaşmaya uymaktan sıkıldı. Ya da küçük ortaklar, daha önceden tamam dedikleri şeyi az bulmaya başlayıp daha fazlasını istedi. Sonuçta birliktelik iradesi bir şekilde bozuldu. Ortaklardan biri ya da birkaçı ‘ben ayrılıyorum’ dedi. Bu sistemde, ortaklık parlamento sandalyeleri temelinde yaptırıma bağlı değil. Sistemde parlamenter hükümet de bulunmadığı için, ‘koalisyonu bozma’nın hiçbir yaptırımı yok.
Öyleyse, “ittifak unsurları” ya da ‘koalisyon ortaklığı’nın ne anlamları kalacak?  
Ortakların siyasal parti olarak hiçbir anlamları kalmayacak. Siyasal partiler birer pazarlıkçı lobiye dönüştürülecekler.
*
Güçlü idare adına yürünen 1982 – 2016 yolu, Türkiye’nin siyasal rejimini yalnızca hükümet sistemi bakımından değil, toplumun siyasal örgütlenmesi bakımından da tarihimizin en zayıf zaman dilimine sürüklüyor.

Türk ulusunun kendini yönetme yetkisi, kurumsal mekanizmalarla gerçekleşir. Bu süreç, kurumsal yapıyı kırıyor ve yerine getirdiği bir mekanizmalar bütünü de yok.

[BAG, Aydınlık 7 Şubat 2018]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder