4 Şubat 2018 Pazar

ÜNİTER SURLARDA DELİK AÇMAK


Batıcı zorlamaların tarihi iki yüzyılı aşkın.
Bu işi son yıllarda, yakın coğrafyamızda Avrupa Birliği üstlendi. Aktör olarak belki adı değişti. Ama istedikleri neredeyse hiç değişmedi. En fazlası, eski laflara yeni sözcükler bulundu o kadar. Örneğin, on dokuzuncu yüzyılda batıdan doğuya “hayırlı reformlar” akıyordu, 1989’da ‘iyi reformlar’ akışı yaşadık. Eskisi bizim tarihimize ‘tanzimatı hayriyye’ diye nakşolmuştu, yenisi ise (orjinali good governance) olan ‘iyi yönetişim’ etiketiyle zerk edilmeye çalışıldı. Özü değişmemişti. Sözde serbest ticaret, özelleştirme, azınlık ayrıcalıkları, kültürel grup hakları, insan hakları, illa ki yerelleştirme…
*
Yerelleştirme, 1989’dan başlayarak küresel siyaset kurucuların doğrudan ve açık baskılarıyla yürütülmeye çalışılmıştı. 1996 tarihli bir rapor, bu açıdan ibret belgesidir. Aynı zamanda, o günden bugüne yaşadığımız çalkantıların da “belgesi”…
Rapor, Türkiye’nin 1950’de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin kuruluşu olan Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde görüşülmüş ve Türkiye’deki Yerel ve Bölgesel Demokrasinin Durumu Hakkında 29 Nolu Tavsiye Kararı olarak kabul görmüştü. Bu kararın, bizim sonraki yıllarda yaşadığımız anayasa değişikliği tartışmaları bakımından özel bir yeri oldu. Ülkenin tepesinde Demokles kılıcı gibi sallandırıldı. Tehditlerin kimi açık, kimi kapalı kapılar ardında sürüp gitti. 
*
Bu kararda deniyordu ki, Türkiye’de bir yerel yönetim reformu yapılmalıdır.
Peki ne yapılmalıdır?
Yanıt hiç de bulanık değildi. Şart sayılan reform, “merkezi otoritenin yerel yönetimler üzerindeki gereksiz vesayetini kaldırmak” idi. Bunun için ise, Anayasa’nın belli maddeleri ‘gözden geçirilmeli’ydi.
Çok öneri vardı. Ama işin özünü bir öneri oluşturuyordu. Buna göre “Türk Anayasası’nın 127. Maddesinin reformu” düşünülmeliydi.
Tavsiyeciler diyordu ki, “bu madde problem!”.
Avrupa’nın Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı, Sovyet sisteminin dağılmasından sonra yeniden yorumlamışlardı. Bu Şart’ın subsidiarite dedikleri ademi merkeziyetçilik, başka bir deyişle yerellik gerektirdiğine karar vermişlerdi. Türkiye bu şartı daha önceden onaylayıp imzalamışsa da fark etmiyordu; kendi sistemini yeni yoruma göre reforma uğratmalıydı.
*
Türkiye’den istedikleri açıktı.
Kendileri söylüyordu: “Türkiye’nin üniter devlet olarak kalmak istediği açık olmakla birlikte”… Yine kendileri söylüyordu: Türk Anayasasında yerel yönetimler “idarenin bütünlüğü ilkesi”ne göre düzenlenmişti…
Ama heyhat! Ne üniterlik ne idarenin bütünlüğü! Türkiye Avrupalılaşmak istiyorsa, işte bu iki hassasiyeti bir yana koymalı, Anayasa’sının 127. Maddesini değiştirmeliydi.
*
Bizim Anayasa’nın 127. Maddesi mahalli idareleri (yerel yönetimleri) düzenler. Bu madde, iki temel ilkeye uygun düzenlenmiştir. Madde 3’teki “devlet milleti ve devletiyle bölünmez bütündür” diye ifade edilmiş olan üniterlik, Madde 123’te “idare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir” diye ifade edilmiş olan idarenin bütünlüğü esastır. Yerel yönetimler işte bu temelin gereği olarak özerkliklerine göre değil, idari vesayet sistemine göre tanımlanmıştır.
Tavsiyecilerin istediği, bu maddede yerel yönetimlerin “idari ve mali özerk kuruluşlar” diye tanımlanmasıydı; idari vesayet sisteminin ise kaldırılması/sınırlanmasıydı.
Peki bu olsa, o zaman madde 3’ü ve 123’ü ne yapacaktık?
Tavsiyeciler, işin yerel yönetim kısmıyla ilgiliydiler. Görevleri üniterlik – idari bütünlük surlarında koca bir delik açmaktan ibaretti; ötesi başka “tavsiyeler”in işiydi.
*
Anayasa’yı bu yönde değiştirtmeyi başaramadılar. Ama ne yazık ki, 2005 yılında, belediye ve il özel idaresi yasalarına, Anayasa’ya aykırılığı apaçık olmakla birlikte, bunların “idari ve mali özerk” kurumlar oldukları lafını yerleştirmeyi başardılar.

Yasalardaki bu acayiplik, şimdi ortadan kaldırılacağı günü bekliyor.

[BAG, Aydınlık, 4 Şubat 2018]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder