Ulusalcılık, günümüzde üç kesimin aklında ‘küfür’
yerine geçer.
Küreselcilerin, ümmetçilerin ve etnikçilerin
aklında…
*
Küreselciler,
dünyanın
sağlı sollu neoliberalleri, 1980’li yıllardan beri, tahtına oturmak istedikleri
dünya hayallerini özelleştirmecilik ve yabancı sermayeye tam hürriyetçi piyasacılık
eliyle gerçekleştirmek istediler. Kendi geçmişleri olan ‘modernizm’i, ‘ulus-devletler’i
ve hatta ‘Fordizm’i tu kaka ilan ettiler. Karşılarında, en dirençli muhalefet
olarak ulusalcıları buldular. Bu yüzden ulusalcılığı ‘içe kapanmacılık’, ‘değişime
düşmanlık’, ‘devletçilik’, ‘dinazorluk’, ‘diktatörlük’, Baasçılık, Saddamcılık,
Putincilik, Chavezcilik, ‘faşistlik’, vb.. diyerek boğmaya çalıştılar.
*
Küreselci muhterisler, mali tekelci
iktidarlarını kendi başlarına inşa edemezlerdi. Kendilerine toplumsal destekler
bulmalıydılar. Ümmetçilerle etnikçiler, bunların doğal müttefikleri oldular.
*
Ümmetçiler, küreselcilerin
ışığında, Katoliklik ve Amerikan Protestanlığının öncülüğünde, insan haklarına
yükledikleri dinci içerikle, 17. yüzyıldan beri resmi ve siyasal olarak uluslara
bölünmüş olan ümmetlerini bir araya getirme fırsatı gördüler. Ümmetçilik
küreselcilikle birlikte şahlandı. Açık iktidara doğru yürüyen din merkezleri, Vatikan
örneğindeki gibi, diğer dinlerde de kendisine eş-makamlar aradı. İslamiyette
hilafetçiliğin canlanması, bu arayışa verilen yanıt oldu. Bizde siyaset ve iktidar
çevrelerinde “millet” derken, kimi zaman İslam kimi zaman İbrahim ümmetinin
kastedilişi, aslında İslam dünyasında değil, Batı dünyasında yükselen
ümmetçiliğin sonucu oldu. Türk Milletinin değil, İslam/İbrahim ümmetinin
militanlığını yapanların küreselcilerle bu kadar hızlı ve kolay işbirliğine
girişleri, ümmetçilikte yükselişin İslam değil Hristiyan kaynaklı oluşundandı.
Dinler arası diyalogculuk, bu gerçeği
görmek için yeterince açık bir kanıt.
Ümmetçilik, küreselcilik gibi, karşısında
yine en dirençli muhalefetin ulusalcılardan yükseldiğini gördü. Yeni zaman
emperyalizmi küreselciliğe karşı bağımsızlık tutkusuyla hareket eden
ulusalcılar, ümmetçiliğe yalnızca laiklik ilkesine bağlılıkları nedeniyle
değil, aynı zamanda ulusal varlığı ortadan kaldıracağı için uluslarının
hukukunu savunmak için karşı çıkıyorlardı.
Ümmetçilerin ulusalcılara ‘din düşmanı’
demeleri etkisiz kaldı; çünkü güttükleri ümmetçilik basitçe ‘İslam ümmetçiliği’
değildi. Kozmopolitizmin hayali iktidarlarına oyuncak edilmiş siyasi
ümmetçilikti.
*
Etnikçiler,
etnik
bölücüler ise ‘dünyada 200 değil, 2000
devlet olacak’ diye hedef gösteren küreselcilerin en hevesli silahları
oldular. Devletçiklerini, yerelliklerini iktisadi olarak küresel piyasaya
bağlamaya gönüllü oldular. Etnik gruplarını insanlığa ümmetle bağlamaya teşne
oldular. İnsan hakları kavramının içini, yüzelli yıldır kafa kaldırıp ezilen ‘milliyetlere kültürel özerklik’
sloganıyla dolduran AB’nin taşeronu ve bunun vurucu gücü ABD’nin paralı askeri
oldular. Avrupa’nın kendisini ‘euromosaic’
projeleriyle paraya boğan kozmopolit küreselcilik, Türkiye ile benzeri
ülkeleri, vatandaşlık kurumunu dağıtmaya
zorlayarak yol almaya çalıştı.
Ümmetçilik, küreselciliğin dinci eli oldu.
Etnikçilik ise sözde sol ve sosyal demokrat eli.
Büyük gericilik bloğu!
*
Yukarıdaki paragrafları, Muharrem İnce’nin “milliyetçilik ulusçuluk demektir; ulusalcılık diye bir şey yok; bu söz
uydurmadır; küfür niyetinedir” şeklindeki sözleri üzerine yazdım.
Muharrem İnce hem kavramlarda hem günün dünya
gerçeğinde yanılıyor. Tam çeviri yapacaksa, ulusçuluk = milletçiliktir demeli. Bunun üzerine bir de
milliyetçilik sözünü millî-ye-t-çilik
diye düşünmeli. Ama dilbilim tartışması değil de, siyaset yapıyorsa, yüzeysel
ve algıya dayalı laflar elbette yetmez. Asıl, dünyanın 1980’lerden beri içinde debelendiği
kana bulanmış mücadele sürecini analiz etmeli. Anlaşılıyor ki ikisini de
yapmaktan yana değil. Küreselci, ümmetçi, etnikçi bloğun yaftalarıyla
yetinmekten, bu gerici bloğun gölgesinde kalmaktan yana.
Herkes kendi yerini seçiyor.
Ulusalcılık, uydurma
olmak bir yana, adil bir dünya kurulmasını mümkün kılacak çıkış yolunu gösteren
tek gerçek siyasal bakış; bu bakışla yolumuza devam…
[BAG, Aydınlık, 11 Şubat 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder