Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Mv. PM Üyesi
Neoliberaller sosyal demokrasinin çatlaklarından sızmış;
Altı Ok'u SD'ye kırdırmak gayretinde.
Zamanın olayı budur.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin doğuşu ve yükselişi, sosyal demokratlıkla bağlı değildir. CHP’nin doğuşu, ulusal kurtuluş savaşı vererek bağımsızlığı inşa etmek göreviyle bağlıdır.
Kurtuluş ve kuruluşun partisi olarak CHP’ye farklı sıfat eklemeleri 1965’te “ortanın solu”, 1974’te “demokratik sol” ve 1976’da “sosyal demokrat” biçiminde oldu. 1980’li yıllarda CHP’nin yasaklanması nedeniyle kurulan Halkçı Parti, Sosyal Demokrat Parti, Sosyaldemokrat Halkçı Parti ve Demokratik Sol Parti gibi yapılanmalar 1970’li yıllardaki sıfatların kurumsal hale gelmesiyle ortaya çıktı.
Yeni sıfatlarla birlikte, CHP’ye “özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü, halkın kendini yönetmesi” gibi, sosyal demokrasiye ait olduğu ve ‘evrensel’ olduğu savunulan altı ilke daha eklendi.
Şimdi, eklenenler ile "doğuştan gelen"ler karşı karşıya getirilmek isteniyor.
2014 yılında, CHP’nin doğuş kaynağının gerçeklerine mi, yoksa küreselci – evrenselci değerlere göre mi tanımlanması gerektiği üzerine yine kapsamlı bir mücadele yürüyor. Ama şimdi bazı şeyler farklı.
Mücadelenin özü “saklı"
Mücadelenin özü “saklı"
Partinin danışma kurullarında, yetkili kurullarda, kongre-kurultaylarda, parti basın – yayın organlarında yürüyen sistemli bir “ideolojik – fikirsel tartışma” yok. Kurullar mümkün olduğunca toplanmıyor. Mecburen toplandığında ise görüşmeler elgördülük, baştan savma yapılıyor.
Daha da önemlisi, parti yetkili kurullarının göstermelik halleri durumunda, en büyük soru ortaya çıkıyor: Alınan ve "uygulansın" denilen kararları kim alıyor? Ve elbette, bunlar parti kararı olmadığına göre, parti disiplini nasıl talep edilebiliyor?
Çalışma ortamı böyle olunca, Parti’nin karar öncesi tartışmaları ve karar sonrası değerlendirmeleri yapacağı gazete, dergi, bülten çıkarmasına da gerek kalmıyor. Nitekim bu dev kurumun böyle araçları yok.
“Saklı mücadele” elbette açığa çıkıyor.
Kamuoyu bunu “her kafadan ayrı ses” diye görüyor; CHP yönetimi de bundan yararlanıp “disiplinsizlik, konuşanı yakacağım!” diyerek kendi ideolojik-siyasal konumunu zor yoluyla güçlendirmeye yöneliyor.
Oysa parti-içi demokrasi yok. Genel Başkanlığın “ben dedim, olacak” ve “ben yaptım, oldu” kararları var. Tüm kamuoyu bunu, seçmene “ben adayı belirledim, sen de tıpış tıpış oy vereceksin” tavrında ve sonra da "senin yüzünden kaybettik" suçlamasında kendisi yaşayıp gördü.
Süper yöntem! Hem dövüyorsun hem 'vurmasana'! diye çığlığı basıyorsun.
Ama “ben yaptım oldu"culuk, yalnızca davranış hatası değil.
Bu yolla, CHP’nin dönüştürülmesi adı verilen güdümlü bir siyaset yürüyor. Başka boyutları da var ama, bu siyasetin ağırlıklı bir boyutu “partiyi sosyal demokratlaştırmak, evrensel değerlere bağlamak” olarak ilan edilmiş durumda.
Bu hedef, Altı Ok ve Kemalizm/Atatürkçülük olarak bilinen omurganın, bu yönde yeniden yorumlanacağı da ilan edildi.
Oysa bizler için Altı Ok’un “halkçılık” oku, sosyal demokrasiyi kabullenmemizin gerekçesi idi. Omurgamıza uygundu. Bunu benimseyerek Batı’daki ve dünyadaki benzer partilerle enternasyonalist bağlarımızı geliştiriyorduk.
Şimdi durum böyle değil.
Daha da önemlisi, parti yetkili kurullarının göstermelik halleri durumunda, en büyük soru ortaya çıkıyor: Alınan ve "uygulansın" denilen kararları kim alıyor? Ve elbette, bunlar parti kararı olmadığına göre, parti disiplini nasıl talep edilebiliyor?
Çalışma ortamı böyle olunca, Parti’nin karar öncesi tartışmaları ve karar sonrası değerlendirmeleri yapacağı gazete, dergi, bülten çıkarmasına da gerek kalmıyor. Nitekim bu dev kurumun böyle araçları yok.
“Saklı mücadele” elbette açığa çıkıyor.
Kamuoyu bunu “her kafadan ayrı ses” diye görüyor; CHP yönetimi de bundan yararlanıp “disiplinsizlik, konuşanı yakacağım!” diyerek kendi ideolojik-siyasal konumunu zor yoluyla güçlendirmeye yöneliyor.
Oysa parti-içi demokrasi yok. Genel Başkanlığın “ben dedim, olacak” ve “ben yaptım, oldu” kararları var. Tüm kamuoyu bunu, seçmene “ben adayı belirledim, sen de tıpış tıpış oy vereceksin” tavrında ve sonra da "senin yüzünden kaybettik" suçlamasında kendisi yaşayıp gördü.
Süper yöntem! Hem dövüyorsun hem 'vurmasana'! diye çığlığı basıyorsun.
Ama “ben yaptım oldu"culuk, yalnızca davranış hatası değil.
Bu yolla, CHP’nin dönüştürülmesi adı verilen güdümlü bir siyaset yürüyor. Başka boyutları da var ama, bu siyasetin ağırlıklı bir boyutu “partiyi sosyal demokratlaştırmak, evrensel değerlere bağlamak” olarak ilan edilmiş durumda.
AYDINLIK, 4 Eylül 2014 |
Bu hedef, Altı Ok ve Kemalizm/Atatürkçülük olarak bilinen omurganın, bu yönde yeniden yorumlanacağı da ilan edildi.
Oysa bizler için Altı Ok’un “halkçılık” oku, sosyal demokrasiyi kabullenmemizin gerekçesi idi. Omurgamıza uygundu. Bunu benimseyerek Batı’daki ve dünyadaki benzer partilerle enternasyonalist bağlarımızı geliştiriyorduk.
Şimdi durum böyle değil.
Sosyal demokrasinin evrensel değerleri adına, Altı Ok değiştirilmek isteniyor. Bu değişiklik, Altı Ok’u kırıp atmak anlamına geliyor.
Durum 4 gösterge çerçevesinde şöyle açıklanabilir.
Durum 4 gösterge çerçevesinde şöyle açıklanabilir.
(1) SOSYAL DEMOKRASİ EVRENSEL DEĞİLDİR
Sosyal demokrasi Marksizm’den koparak doğdu; bir sapma. “Sapma”ların evrensel değer türetmesi güçtür... Hadi bunu bir yana koyarak, "belki de olur" deyip uygulamaya bakalım.
Sosyal demokrasi Batı Avrupalı. Dünyanın şu ya da bu köşesinde belirmiş değil; Avrupa’nın da tüm ülkelerine değil, birkaçına özgü.
Ulusal kurtuluş savaşları, bundan daha fazla sayıda ülkede ve Avrupa hariç tüm kıtalarda ortaya çıktı. Onlarca farklı örnek yaşandı; bağımsızlık - egemenlik - sömürge olmama - topyekun kalkınma - eşitlik/özgürlük - bunun temel ilke ve değerleri oldu.
Durum bu iken, neden sosyal demokrasi ve değerleri "evrensel" oldu da, kurtuluş savaşları ve değerleri "tarihsel-tekil" sayıldı?
Sosyal demokrat görüş sahipleri, geçtiğimiz yüzyıl boyunca ülkelerinde pek çok kez iktidar oldular. Ama bu ülkelerde geleceği de biçimlendiren devrim gibi “sosyal reformlar” yapamadılar. Yarına kalan dönüştürücü işler olmadı.
Uygulamaları, dünya genelinde bir “sistem” haline gelemedi.
Bu görüş, dünya genelinde bir dayanışma ağı kurmaya pek geç bir zamanda, ancak 1946’da girişti ve iş görmeye 1951’de başladı. Merkezi İngiltere idi. Sosyalist Enternasyonel adlı bu kuruluş, dünyaya yayılmaya çalıştı. Ama başkanları hep Batı Avrupalı kaldı. Başkanları 1951 yılından bu yana İngiltere’den, Danimarka’dan, Almanya’dan, Avusturya, Fransa'dan ve 1999’dan sonra Portekiz ve Yunanistan’dandır. Yani Sosyalist Enternasyonal, aynı sosyal demokrat dünya görüşü gibi Batı/Kuzey Avrupalı kaldı.
Günümüzde 75 civarında ülkeden 120 civarında partinin çeşitli statülerde üyeliği var. Ama politikaları hep Batılı ülkelerin çıkarlarına endeksli kalmış, azgelişmiş dünyanın gerçeklerini, bu dünyanın kendi ülkelerinin hükümetleri tarafından talan edilmesini es geçmiştir.
Bu "enternasyonel" deneyime dayandırılabilecek herhangi bir model, sistem olmadığı gibi, özgürlük - eşitlik 'evrensel değer'lerin kovalanıp yakalanabildiği herhangi bir politika örneği de yoktur.
Ve hatırlanmalı. Üyesi CHP’dir; ama bu kuruluşun yetkilileri AKP’yi kendilerine daha yakın gördüklerini gizlemeye gerek görmemişlerdir. Ve BDP gözlemci üye olarak bu yapıya kabul edilmiş durumdadır.
(2) SOSYAL DEMOKRASİ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞLARINI HİÇ SEVMEDİ
Bu sosyal demokrasi, 20. yüzyılı kasıp kavuran ulusal kurtuluş savaşlarını sevmedi. Oysa bizim tarihimiz onunla başladı.
Almanya’da 1919-1925 yıllarında iktidarda sosyal demokratlar vardı. Frederich Ebert baştaydı. Ulusal kurtuluş savaşına sempatisi de desteği yoktu. Düyunu Umumiye cenderesinde, cendereyi sıkıştıran taraftaydı.
İkinci dünya savaşı sonrasında dünya ulusal kurtuluş savaşlarıyla sarsıldı. Batı kaynaklı sosyal demokrasi, bu savaşçıların yanında yer almaktan ısrarla kaçındı.
En sonunda, İngiltere’de 10 yıl hüküm süren Tony Blair sosyal demokrasisi, 1997 -2007 arasında Irak'ın işgaline öncülük etti; ABD’nin sağ iktidarlarıyla birlikte “uluslararası toplum” adıyla elinde sopa dünyayı kasıp kavurdu. Hem de buna 3. yol adını vererek!
(3) DEĞERLERİ ARASINDA CUMHURİYETÇİLİK YOK
Evrensel olduğu söylenen sosyal demokrasinin iki temel örneği İngiltere ile Almanya. Yavru örnekleri de İsveç ve Avusturya. Eldeki dört örnek de, “evrensel değer” üretecek ölçüde benzerlik - bütünlük sergilemiyor.
Örneğin Almanya – Avusturya Cumhuriyet’e sahip, ama İngiltere – İsveç Krallık.
Oysa bizim Altı Ok omurgamızın birinci omuru Cumhuriyetçilik…
Yaklaşık 40 yıl iktidarda olmalarına karşın, İsveç sosyal demokratları Krallık üzerine hiçbir şey dememiş, hiçbir şey yapmamış. Kabullenmiş. İngiltere’de de öyle.
Bizde saltanat ve padişahlığın durumu ve Cumhuriyet mücadelemizin önemi malum. Sosyal demokrasinin evrensel değerleri içinde bir ailenin / sülalenin / hanedanın iktidarına karşıtlık yok.
Bir ülkede aile – sülale – hanedan iktidarına “evet” demek, ilericilik olabilir mi?
Bu yapı varsa, ülkede mülkiyetin, sermayenin, emeğin, ayrıcalıkların olmadığı özgür bir dünyaya kavuşmuş olduğu düşünülebilir mi? 21. yüzyılda bunu mesele etmemek, “evrensel değerler” üretmeye olanak verir mi?
(4) DEĞERLERİ ARASINDA LAİKLİK YOK
Sosyal demokrasi bizi “din ve vicdan özgürlüğü” adı altında din – devlet işlerinin ayrılmasına davet eden, ama Kilise örgütlenmesinin iktidarına, zenginliğine, misyonerliğine, inanç sömürücülüğüne körleşmeyi tercih eden bir resim veriyor.
İngiltere ve Almanya köklü sayılan bu görüş, Fransız laikliğini “katı” bulur. Otoriter laiklik diye niteler. İngiliz-Amerikan modeli laikliği demokratik sayar. Yani “sekülerizm”i.
Nitekim, son sosyal demokrat Tony Blair, Ortadoğuyu kana buladıktan sonra Katolik Kilisesi’nde papaz oldu.
Demek ki, sosyal demokrasinin “evrensel değer”leri arasında Altı Ok laikliğinden farklı bir şey vardır. Farklı uygulamalara dem vurduğuna göre, aynı Cumhuriyetçilik gibi Laiklik de onun evrensel değerleri arasında yer almaz. Bunu da, ülkelerin tarihselliklerine bağlayıp geçer.
Günümüzde Batı-sosyal demokrasisi bizi hilafet kurumunun da bulunabileceği bir “dünyeviliğe” davet ediyor.
Gerçekten de, “ben sosyal demokratım, o yüzden Cumhuriyetçiyim” diyen duydunuz mu?
Gerçekten de “ben sosyal demokratım, o yüzden laikliği vazgeçilmez görürüm” diyen duydunuz mu?
SONUÇ: Büyük İşgal ve Büyük Gasp
Yalnızca kurumlarda değil, asıl önemlisi düşünce sistemlerimizde büyük işgal - büyük gasp zamanlarının ortasında kaynaşıp duruyoruz.
Sosyal demokrasiye ait olduğu iddia edilen “özgürlük”, “eşitlik”, “emeğin üstünlüğü” ilkeleri somut içeriklere kavuşturulmamıştır. Daha önemlisi bu ilkelerin içerikleri, dönemden döneme başka türlü tanımlanmıştır.
Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşlarının 'evrensel değer'leri, sosyal demokrasi tarafından kovulmuştur.
Günümüzde sosyal demokrasinin sözkonusu "değerler"i, tanımlanışları bakımından küreselcilik ve neo-liberalizm tarafından gasp edilmiş durumdadır.
İçi öyle doldurulmuş ki, bu ilkeler Altı Ok ve Kemalizm ile kavgaya tutuşturulmuştur.
O halde bugün yapılması gereken şey, Altı Ok’u yeniden yorumlamak değildir.
Asıl yapılması gereken, sosyal demokrasinin “evrensel değer”lerinin evrenselliğini sorgulamak ve bu ilkeleri yeniden değerlendirmeye almaktır.
[BAG, 2 Eylül 2014]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder