1980'li yıllarda yine çok sorunumuz vardı. Dertlerin topundan kurtulmak için önümüze dünyaya açılarak dünyayla bütünleşme seçeneği koyuldu. Zenginleşmek için, demokrasi için, özgürlük için ve dahi barış için kapalı ekonominin ateş çemberinden kurtulmak üzere "dünya"ya açıldık. Artık üzerinden epey zaman geçti. Şimdi, 30 yıl sonra açıkça görünüyor ki, kulaç atıp dünya denen enginlere açılan biz olmamışız. Mesele, enginlerdeki yüzücülerin bizim sulara çıkma mecburiyetleri imiş.
ULUSALI YEREL YAPMA YÖNTEMİ
Küresel yüzücüler bizim kıyılara SAL'larla çıktılar. Tarih 1980, dünyada ilk çıkılan kıyı da Türkiye idi. SAL structural adjustment loan, yani yapısal uyarlama kredisi sistemiydi. Basit bir kredi değil, dönüştürücü yapısal uyarlama politikalarının (YUP) bir parçası.
SAL'lar, 1980-1986 arasında toplamı 1,6 milyon dolarlık beş adet krediyle başladı. 1985 – 1990 arasında sektörel uyarlama kredileriyle tarım, enerji, mali sektörlerde derinleştirildi. Hatta proje kredileri eliyle tek tek kamu kurumlarına indirildi. Sonuçta örneğin TZDK-Türkiye Zirai Donatım Kurumu'yla birlikte tohum, yem, gübre, tarımsal makine, ilaç ve elbette tarım kredi sistemi, kooperatifçilik dağıtıldı; yerini piyasa adı altında küresel şirketler aldı. Şimdi tarımın durumuna bakın.
SAL anlaşmalarının koşulları utanç vericidir. Öyle ki, Düyunu Umumiye hatırasını aşan özelliklere sahiptir. Örneğin, ülkenin 1985-1995 arasında on yılını kaplayan Beşinci ve Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planlarında, yetmez, yıllık programlarda hedef ve stratejilerin YUP'a göre belirlenmesi, onlarca koşuldan yalnızca biriydi. Tüm özelleştirmeler, tarım ve sanayide teşviklerin kaldırılması, ticareti serbestleştirme adı altında ulusal pazarın küresel şirketlere engelsiz açılması... Bunların tümü küresel merkezce belirlenmiş, Küresel Türk şirketi haline gelen Türkiye hükümetlerince yalnızca hamallığı yapılarak uygulanmış olan işlerdi.
YERELLERİ KÜRESELE BAĞLAMAK
Küreselci istilanın hükümetleri kendi şubesine dönüştürmesi gerekli ama yeterli değildir. Tam şubeleştirme ancak merkeziyetçilik çözülürse olurdu. Bunun için valilik – kaymakamlık sistemleri bastırıldı. Sözde hükümetlerin partizanlığı işleri kolaylaştırdı. Ulusal devletin ayaklarını toprağa bastığı bu bacaklar yetkisiz, beceriksiz, partizan, elbette gereksiz hale geldi. Nihayet 30 ilde belediyeler tüm ilin belediyesi olunca, mülki sistemin yok oluş süreci tescillendi.
Belediyeler küresel piyasalara doğrudan bağlandı. Daha 1985'te, belediyelerin tüm kredileri kamu borcu veren İller Bankası'ndan gelirken, 1995'te buradan alınan kredi yüzde 10'a kadar düştü. Belediyeler, küresel/yabancı kredi-banka piyasasının yeni müşterileri oldu. Para geri dönmezse kuşkusu, Hazine garantisiyle giderildi. Ama bu ehvenişer yol. Küreselciler karşılarında özgür iradeli müşteri ister. Belediyelerin kendilerine tam müşteri olmaları için, belediye mallarına haciz koymadaki sınırlamalar kalksın diye az ter dökmediler! Borcun bu türünü çevirmeye haciz de yetmez, belediyelerin kendi kaynakları ve vergi koyma yetkisi olmalı ki geri ödeme baş ağrıtmasın, garantiye alınsın. Yani yaşasın daha ve daha çok özerk yerel yönetim!
Henüz murada erilemedi. Şimdi küreselciler nöbeti etnikçiliğe bıraktı. Arada bir eski muhabbet de zaman zaman ses veriyor, mahalle çeşmesi için Ankara kapılarına mı gidilsin? Hepimiz özerkçiyiz, hepimiz demokratız, hepimiz!
KİM KİME AÇILDI?
3 Kasım 1839 tarihli İyi Düzenlemeler –Tanzimatı Hayriyye- reformumuz, çoğu kimseye göre demokratikleşme adımıydı. Bu adım sayesinde modernleşip dünyayla bütünleşmiştik. Öyle bütünleşmiştik ki, İngiltere'nin liberal başbakanı Lord Palmerstone Osmanlı'nın bütünlüğünü koruma politikasının baş savunucusu, İstanbul'daki büyükelçi David Urquhart, en az Sadrazam Mustafa Reşit Paşa kadar etkin ve etkiliydi. Sürecin ufak ayrıntısı şuradaydı ki, Manchester'li İngiliz tekstilcinin ürettiği gömleklere yepyeni müşteriler doğmuştu. Öbür tacirlere de elbette.
Küreselleşme çağındaki işler de buna benziyor. Küresele uyarlanıp dünyaya açıldık, İyi Yönetişim yaparak yine demokratikleştik, 1988'de Dünya Bankası ile IMF'ye Türkiye Ofisleri açtık, yine ufak bir ayrıntı olarak, küresel piyasaların ve ticaretin AVM - ATM uygarlığına derin bir nefes aldırdık.
İyi Düzenlemeler zamanında Kırım ile Mısır'dan doğru başlayıp Osmanlı dağılmıştı. Şimdi de uyarlamacı İyi Yönetişim bizi tık nefes bıraktı. 175 yıllık dersten sonra sormak ayıp ama yazık ki soru aynı: Tıkanan nefesimizi nasıl açarız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder