11 Ocak 2016 Pazartesi

DEVEYE BİNİP HENDEĞE SİNDİLER



Anayasayı değiştirmek, hatta bununla yetinmeyip sil baştan Yeni Anayasa yapmak türünden devasa bir hedefin peşinde koşanların dile getirdikleri gerekçeler deveye binip hendeğe sinmek gibi… Bu tuhaf gerekçelere topluca göz atınca ortaya şöyle bir liste çıkıyor.

Çünkü bu darbe anayasası… Tarih bakımından doğru, 12 Eylül 1980 darbe döneminde yapıldı. Ama geçen sürede müdahale görmedik yeri kalmadı, çok değişiklik gördü. Bu artık o anayasa değil.

Çünkü bunu askerler yaptı… Bu anayasada 17 ayrı yasayla değişiklik yapıldı, tüm değişiklikler sivillere ait. Hatta değiştiren irade “AB uyum yasaları” adı altında doğrudan AB ortaklığıyla iş gördü. Sonuçta bu metin artık askerlerin değil, sivillerin metni.

Çünkü darbeci hükümlerle dolu… Artık değil. İdam cezası hükmünün yanısıra darbecilerin yargılanamayacağına ilişkin hükümler de kaldırıldı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırıldığı gibi, MGK siyasi iktidarın organı haline getirildi. Siyasal yasaklar kaldırıldı. Bireysel hakları askıya alan hükümler temizlendi.

Çünkü sistematiği bozuldu… Usulüne uygun değişiklikler sistematik kısım, bölüm, madde yapısını) bozmaz. Değişikliklerle anayasaların sistematiği değil, niteliği değişir. Bu anayasanın sistematiğinde bozulma yok, “darbe anayasası” niteliği değişip ortadan kalktı.

*

Çünkü sivil anayasa gerekir… Sivil anayasa diye bir anayasa türü yoktur. Nasıl “siyasal anayasa” demek saçma ise, “sivil anayasa” demek de öyle saçmadır. Sivil, yurttaşlık işlerini düzenlemek demektir; anayasaların kendisi zaten bundan ibarettir.

Çünkü bu anayasanın ideolojisi var… İdeolojisiz anayasa olmaz. Yurttaşlık işlerini düzenlemek, bir uygarlık anlayışı ve bir dünya görüşüne dayanır. Yurttaşların bir arada nasıl yaşayacakları, bu dünya görüşünden elde edilen temel ilkelere göre tayin edilir.

*

Çünkü bunun ruhu uygun değil… Dananın kuyruğu işte burada kopar. İdeolojisiz anayasa isteyenler, ideoloji sözünün yerine “ruh” sözünü koyup hangi ideolojinin anayasasını istediklerini mırıl mırıl söylemeye başlarlar.

2007 yılında Zafer Üskül’ün dile getirdiği üzere “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıktan ve Kemalizmden arındırılmış ideolojisiz, sivil ve renksiz anayasa” gerekir. Yani Atatürksüz anayasa…

2011 yılında Ali Bulaç’ın dile getirdiği üzere "din"le, Müslümanlığın kelamıyla, fıkhıyla, kamusal ve toplumsal hayatla olan ilişkisi ele alınmış” bir anayasa gerekir. Yani ihvani anayasa…
2014 yılında Mehmet Uçum’un dile getirdiği üzere, "yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasayı çöpe atmak zorunludur”. Yani egemenlik hakkını Türk Milleti’nin elinden alan etnikçi anayasa…

*

İnanılır gibi değil ama “darbe anayasasını kaldırmak” ve “sivil anayasa yapmak” gibi saçmalıklar, yıllarca kabul görüp çok prim yaptı. Yetmez ama evet militanlığı, diyalogculuk, müzakerecilik, istemezükçü değil pozitif olalımcılık gibi sahte sevgi kelebekliği ve imajcılık, algıcılık gibi psikolojik harpçı piyasa ruhuna düşkünlük, ideolojik mücadele ve karşıdevrime direniş fikrini adeta felç etti.

Bunların uyuşturduğu bacaklarımızı ovuştura ovuştura bugüne geldik. Artık karşımızdakinin ne olduğu da, felç olanın bacaklarımızdan önce aklımız olduğu da ortada.

Karşımızdaki, Türk Ulusu’nun egemenlik hakkını ortadan kaldırmaya yönelmiş bir cephe hareketidir. Buna karşı direniş meşru bir haktır. Müzakere değil mücadele gerektirir. O halde şimdi yol levhamızın yazısını yüksek ve gür bir sesle okumak gerekir: Anayasa Müzakeresi Yok!

Bunu deyip başlayalım.

Ataların dediği gibi, akarsu kendi yatağını yapar.



[BAG, Egeekspress Gazetesi, 11 Ocak 2016] 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder