17 Ocak 2016 Pazar

KAÇIN, ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ GELİYOR


“Kendisi iyi bir adam, ama çevresi kötü… “

“Kendisi samimi kibar adam, ama ah çevresindekiler!”
Bunlar, Türkiye’de siyasal partilerin bir numaralı koltuklarında oturanlara ilişkin olarak sıkça söylenir. Böyle söyleyenlerden bir bölümü müthiş bir eylem takvimine varırlar: “Adam”a yaklaşalım, çevresine biz yerleşelim, bak o zaman…

Ve bir yaklaşma operasyonu başlar. “Çevre” kötü ya, Allah korusun, partinin ve Türkiye’nin biricik umudu olan bu büyük strateji sahiplerini en küçük ‘hata’larında “adam”ın gözünden düşürüverirler; akıllı davranmak gerekir. Bu kötü “çevre”yi yıkmak, “çevre”yi fethetmekten geçer. Ara sıra makamlarına uğramalı, bu yoğun işleri arasında müsaitseler sayın ve muhterem yardımcımın ve en/baş/sıra danışmanımın güzel kahvelerini içmeye gitmeli. Akıllı olmalı, iltifatkar davranmalı! İdeolojik, siyasal, örgütsel mücadele ne demek, itiraz etmek dahi akla getirilmemeli. Başka biri kalkıp muhalefet etme densizliği sergilerse, “adam”dan ve “çevre”den daha hızlı davranmalı, onu hemen susturmalı… Yaklaşabilmek ve yanaşabilmek öyle kolay iş mi?

*

Yanaşmak zor iştir.

O kadar zordur ki, bu kahramanlık öyküsü ta 1726’da Jonathan Swift tarafından kaleme alınan ve on yıl sonra üçyüzüncü yaşını dolduracak Gulliverin Gezileri’nde anlatılmıştı. Lilluput, cüceler ülkesi, çok yaşasın! O kitaptan öğrenmiştim, böylesine yüksek ahlaki siyaset, herkesin harcı değil. Bir avuç insanın yapabildiği bir şey. Onlar o zaman olduğu gibi şimdi ve başka yerlerde olduğu gibi burada varlıklarını sürdürebilen azınlık bir tür. Tarih-üstü kahramanlar ve inatçılar. Bırakalım işlerini görsünler…

*

Bugün [16.1.2016]“bu çevresi kötü ama kendisi iyi olan adam”lardan biri, kendisine başka bir rakip çıkmasına izin vermeyecek biçimde ayarladığı bir kurultayın açılışını yaptı. Ve “özgürlükçü demokrasiyi ölümüne getireceğiz” dedi.

Türkiye’yi ermeni soykırımı iftiracılarının ağzı ve ruhuyla suçlayan, adalet duygusundan ve bilimsel akıldan yoksun bir bildiriyi kolladı. Bu bildiri sahiplerinin Ocak 2013 – Şubat 2015 arasındaki “çözüm süreci”nde AKP’nin ortakları olduğunu, akil adamlardan oluştuğunu, akil adam heyetlerine “bilgi üretme görevi”ni yerine getirmek için bir araya geldiklerini gizledi.

Yeni Anayasa saldırısındaki ortaklıklarını “12 Eylül darbe hukukunu ortadan kaldırmak için” diye açıkladı. Ama örneklerini verirken sorunun mevcut anayasada değil (1) yasalarda, (2) uygulamada olduğunu açık etti. Hatta “anayasa basın hürdür diyor, peki uygulamada öyle mi? diye sorarak kendi gerekçesini kendisi boşa çıkardı.

“Biz bu ülkeyi kanla ve gözyaşıyla kurduk” dedi, sonra bu ülkeyi kan ve gözyaşıyla kurmuş olan Türk Ulusunun egemenlik hak ve yetkisini ortadan kaldırma amacına kilitlenmiş olan Yeni Anayasa saldırısına ortak olmaya devam edeceklerini söyledi.

Sonra “çevre”sindekilerden Stratfor tarafından kodlanmış biri televizyon ekranında belirdi. “Anayasa masasına oturma deniyor; ama oturduk bir kere!” gibi şeyler söyledi. Yine “çözüm TBMM” dedi. Yani PKK’nın taleplerini anayasa hükmü haline getirmekte, yasa çıkarıp güvence altına almakta…

*

Türkiye’nin anamuhalefet partisine özgürlük geliyor. Hatta yalnızca özgürlük değil, özgürlükçü demokrasi geliyor. Hem de “ölümüne!” Kendisi aslında iyi olan “adam”a yanaşıp yaklaşarak “çevre”sini yarıp içine yerleşme gayretindekilerin dikkatini çekerim.

Gulliver’in Lilluput ülkesinden çok şey öğrenmiş biri olarak derim ki, Türkiye artık anamuhalefetsizdir. Bu yokluğu sona erdirmek gerekir. Öyle “ölümüne” falan değil. Rumeli ve Anadolu Müdafai Hukuku Milliye’nin çocukları olarak, Türk Ulusunun egemenlik hakkını ortadan kaldırmaya kalkışmış sinsiliğe karşı yaşama ve yaşatmacasına…

 

[BAG, Aydınlık Gazetesi, 17 Ocak 2016]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder