Kamu Yönetimi, yani Devlet…
1980’lerden beri hedef tahtasında.
Bunun aklımızda hiçbir çağrışım yapmayan,
yabancı dillerden devşirme olduğu için matah bir şey sanılan, oysa anadilinde de
şifreli ve zorlama adı deregülasyon
idi. Regülasyon, düzenleme demek; öndeki “de-“
ekiyle düzenlemesiz hale getirmek. Epeyce zorlama terimler.
Türkçesi şuydu: Devlet aşırı büyük,
küçültülmeli… Devletin ekonomide ne işi var, çekilmeli… Devlet hizmet verir mi,
hizmetleri özel sektör görsün, okullarla hastaneler piyasaya terk edilmeli… Bu
çağda merkezcilik de ne, devlet yerelleşmeli…
Uygulamaya da geçtiler.
“Devlet
köftecilik yapar mı” diyenler kazandı; Et-Balık Kurumu toz edildi. Oysa Kurum, ilgili piyasanın yalnızca
yüzde 10’unu elde tutuyordu; bu sayede hem hayvancılık hem et tüketimini toplum
ve insan sağlığı lehine yükseltiyordu. “Devlet
tohumculuk yapar mı” diyenler kazandı; Türkiye
Zirai Donatım Kurumu toz edildi. Türkiye kısır, genetiğiyle oynanmış, dışa
bağımlı tohumculuğa mahkûm edildi. Sanayi ve teknoloji alanında da bankacılık
alanında da aynı işler yapıldı, elde yokluklar kaldı. Yapılan herşey bunlara
benzer…
*
Elde kalan minimum devlet!
Peki bu devlet ne yapacaktı?
Haşmetli reformcular “o etkin devlet olacak” dediler. Piyasaya terk ettikleri şeylerin
kimilerini düzenleyecek, “regülasyon
yapacak”! OECD ile Dünya Bankası bunu söyleyince, kimileri “devlet geri dönüyor” dediler. Oysa
“etkin devlet” devlet değildi; küresel piyasalar düzeninin yerel trafik
polisiydi. Trafiğin merkezi söyleyecek, o işaret verecekti; trafik ihlallerini
cezalandıracak, nizamı sağlayacaktı.
Küçük devlet nizamı 2001’de Kemal Derviş programıyla kurulmaya
başlandı. En stratejik sektörlerde, bankacılıkta, enerjide, geçici süreyle
tütünde ve şekerde üstkurullar –düzenleme ve denetleme kurulları- yönetim
sistemimize monte edildi. Bunlar ülkenin siyasal iktidarından özerk kılındı,
küresel kurullara bağlandı. Tam teslim, 2003 Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile
Başbakanlık Müsteşarlığına oturmuş Ömer
Dinçer ekibiyle yapılacaktı, yapamadılar.
*
Deregülasyon ile devletsizleştirme, regülasyon ile mini-devleti küresel merkezlerin şubesi haline getirme reformları…
Bu projelerin şu ya da bu evresinde, bizde
etnik bölücülüğün devreye
sokulmasına benzer biçimde kimi ülkelerde renkli
devrimler, güneyimizde Arap
Baharları, komşumuz Irak’taki gibi açık
askeri işgaller, Suriye’deki gibi sahipleri belli terör örgütlerinin
kullanıldığı vekalet savaşları devreye
sokuldu.
Biz ve bizim gibi ülkeler deregülasyona
uğradıkça, Atlantik dünyası daha da büyük bir şiddetle baş-regülasyoncu oldu.
Gördük ki, kamu yönetimi reformu dedikleri
şey, küreselci saldırganlığın kalem efendiliğinden başka bir şey değildir.
*
Bu işlerin en eğlenceli yanı ise, “küçük devlet ne kadar çoksa demokrasi o
kadar çok olacak” vaadiydi. Bu reformcular çok yol aldılar, sonunda “demokrasi neredeee” diye bağıranlar
yine onlar.
*
Şimdi mi?
Dünyanın ağırlık merkezi gözlerimizin
önünde yer değiştirirken, siyaset ve bürokrasi dünyası, bu köhnemiş sözde
reformlardan -üstelik bir de kendi keşfiymiş gibi sunup- medet ummaya artık son
vermeli. İktidar sahipleriyle iktidara aday olanlar, artık anlamalılar, ne
kadar yapsalar, böyle reformları ve bunların demokrasisini isteyenlere yaranamazlar.
Yapılması gereken şeyler belli.
Önce, kamusuyla özeliyle üretim
sistemlerini yeniden inşa edecek olan devlet aklı ve gücünün büyük planlama iradesi.
Sonra, adeta ülkenin planlama kapasitesini
yok etmekle görevli Kalkınma Bakanlığı’na
ve benzeri kurumlara rağmen, bu atağı yönetecek yetenekli bir devlet örgütlenmesi.
[BAG, Aydınlık, 20 Aralık 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder