Amerika Birleşik Devletleri, öz-hakiki ulusal
çıkarlarına çok ama çok bağlı bir ülke.
Dünyanın hangi köşeciğinde olursa olsun, birilerinin,
onun çıkarlarına uygun davranmadığını gördüğünde ‘bize her yol mubah’ anlayışına sahip. Bu anlayışa dayanan
siyasetleri, Irak’ta tanık olduğumuz gibi ‘nükleer
silah üretimi var’ diyen sahte raporlamalarla da güdülebilir, açık askeri işgallerle de. Bu siyaset sinema, ödülleme, eğitim
seferberlikleriyle de örülür, adam
kapmacalarla da.
Yaptırımlar
ise, artık, akan suları durduran Amerikan ulusal çıkarları düsturunun ayrılmaz
bir parçası. Bu devletin dünya üzerinde, gerek gördüğü yer ve zamanlarda kendi
kurullarıyla falanca ülkeye gıda filancaya ilaç ambargosu, filanca ülkeye ticaret
yasağı, falanca ülkeye bankacılık yaptırımları uygulaması sıradan işler.
*
Yaptırımlar ilginç.
Amerikan devleti bireyler için de
şirketler için de, doğrudan ve topyekun devletler için de ‘yaptırım’ ilan edip
uygulayabiliyor. Yaptırımları belli bir sektör ya da bir sektörün belli bir alt
dalı için ilan edebiliyor. Süre koyuyor ya da koymuyor. ‘Yaptırım’ı hangi ‘ulusal
çıkar’ı için başlattıysa, yine kendine göre o çıkarı elde ettiğini düşündüğü
zaman ortadan kaldırıyor.
Bütün bu süreçte hiç kimse dönüp bu devlete
‘ne yapıyorsun’, ‘neden yapıyorsun’ diye
sormuyor. Kimse insan haklarından, egemenlik haklarından, dünya barışından söz
etmeyi akıl edemiyor. Ne başka bir devlet, ne devletlerin ortak evi Birleşmiş Milletler…
Herhangi bir mağdur devletin kendi ülkesinde ve mahkemesinde bu
yaptırımlara karşı mahkemeye gittiğini duymadık. ABD sınırları içinde, Amerikan
mahkemelerinde dava açıldığına da rast gelmedik. Uluslararası arenada ‘ceza mahkemeleri’, ‘insan hakları
mahkemeleri’, ‘tahkim kurulları’ var elbette. Ama ilginç, bu mahkemelerin
cümlesi, böyle bir hak arama bakımından “yetkisiz”
görülüyorlar ki, onlar da akla gelemiyor.
Köpeksiz köyde değneksiz dolaşmak gibi bir
şey!
*
Yaptırımlara karşı yaptırım yok.
Ama ABD’nin yaptırımları yaptırıcı mahkemeleri var.
Ama ABD’nin yaptırımları yaptırıcı mahkemeleri var.
ABD, kendi ulusal çıkarı için kendi başına
ilan ettiği yaptırımları, kendi ülkesinin mahkemelerinde güvenceye alabiliyor. Son
günlerde gördüğümüz üzere, İran için ilan ettiği yaptırımları, Türkiye gibi uygulama
yükümlülüğü olmayan başka devletlerin vatandaşlarıyla devlet kurumlarını, Amerikan
savcılığının kararıyla ABD’de tanık – sanık sandalyelerine oturtabiliyor.
Hem de ortada savaş gibi, seferberlik
gibi, afet gibi hiçbir olağanüstü durum yok iken…
*
Bu acayip hukuksuzluk ve dengesizliğe
karşı, ne Batı dünyasında ne de
bizde bu dünyanın ayak izlerinden giden anlı şanlı uluslararası ticaret ve devletler hukuku bilgelerinden ses seda
var!
Mahkeme sahnesini, böyle bir muameleye
uğrayan Türkiye’den siyasetçi, gazeteci,
vb. unsurlar dolduruyorlar. Adeta bir Hollywood
filmi içine girmişçesine etrafta uçuşuyorlar.
Trajikomik manzaralar!
Trajikomik manzaralar!
Gerçekte ise, bugünlerde o NewYork
mahkemesinde olup bitenlerin seyri, bundan onbeş yıl önce Irak’ta geceler boyu süren
bomba ışıklarının seyrine benziyor. O haksız bir savaşın işgalin seyriydi, bu
da haksız ve yetkisiz bir mahkeme oyununun seyri.
*
Elbette seyre dalmayacağız.
Doğru şu ki, Türkiye’nin İran’ın ticaret ve
bankacılık sistemine dönük herhangi bir yaptırım kararı olmadığı gibi, bu
açıdan ABD yaptırımlarına uygun davranmak yükümlülüğü de olmadığına göre, Türk
vatandaşları ve Türkiye için, bu mahkeme, hem ulusal hem uluslararası hukuk
bakımından yok hükmündedir.
Türkiye, hem kendi egemenlik hakkı hem de
adil bir dünya için, yaptırımlarla mağdur edilmiş diğer ülkelerle ve gerçekten
hukuktan yana olan herkesle birlikte, bu haksız
ve yetkisiz mahkemeciliğe karşı sesini yükseltmelidir.
[BAG, Aydınlık, 3 Aralık 2017]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder