Yaptırım Türkçe. Ama Türkçe’de bir “terim” olarak tarihsel geçmişi yok.
Taşıdığı anlam, İngilizce’deki karşılığından geliyor. İngilizce’de buna ‘sanction’ diyorlar. Terim olarak bizim
‘yaptırım’ sözünün geçmişi, “sanction” sözcüğünün geçmişinden ibaret.
*
İngilizce sözlük, bunun 15. yüzyılda
ortaya çıktığını ve o zaman kilise emirleri anlamına geldiğini yazıyor. 17-18.
yüzyılda resmi devlet kararlarının onaylanması anlamında kullanıldığını, ‘onaylama’ anlamının 20. yüzyıla kadar
geldiğini söylüyor.
Bu yüzyılda sözcüğe ikinci bir anlam
yüklenmiş; böylece ortaya “uluslararası
hukuka uygun davranmayan bir devlete uygulanan ekonomik yasaklamalar” anlamı
çıkmış. O zaman üçyüzyıl süren ‘onaylama’ anlamı silinmeye başlamış ve
kullanımdan çekilmiş. Genel olarak da çoğul halde kullanmaya başlamışlar,
sonuna ‘ler/lar’ demek olan “s” eklenmiş, ortada ‘sanctions’ lafı kalmış.
Sözlük, lafın günümüzdeki anlamını yazmıyor.
Bunu biz ekleyelim.
Zamanı net kılalım diye söylersek, 21.
yüzyılda santions / yaptırım, (1)
uluslararası hukuka uygunluk şartını gözetmeden (2) bir devletin başka bir
devlete, başka bir devletin şirketine, başka bir devletin vatandaşı olan bir gerçek
kişiye karşı ekonomik yasaklar koyma, (3) bunları izleme, (4) yasağına uymayanı
yakalayıp ceza kesme işi anlamına geliyor.
*
Yaptırım uygulayanların, yani yaptırımcı
devletlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor: ABD, AB, Kanada, Avustralya. Dünyanın geri kalan 200 ülkesi, bu ‘yaptırım’lara
açık haldeler. Rusya gibi tek tük örneklerde bunlara “karşı-yaptırım” ilanı görülse de, anlı-şanlı insan hakçılar ile
kibirli devletler hukuku uzmanları dahil kimseden ses çıkmıyor.
Dünya genelinde hukukun gücünden dem
vuranlar dillerini yutmuş gibiler. Devir güçlünün etrafta yulardan boşalmış
halde koşturma devri…
*
Türkiye olarak bize karşı ilan edilmiş “yaptırım” yok; ama yaptırım dünyasının
geniş daireler çizen kılıcı bize dönmüş bulunuyor. Şimdi New York’ta, Türkiye üzerinde 17/25 Aralık rüzgarı estiren Amerikan
mahkemesi, işte bu tür yaptırımların, yani Amerikan hükümetinin yaptırımlarının
ihlal edildiği gerekçesiyle ‘yargılama’
yapmaya çalışıyor.
*
Bu konu ticaret hukukunun estetik
konularından biri olma boyutunu çoktan aştı. Hukuk, uluslararası ilişkiler,
siyaset, yönetim, devlet bilimleri bakımından, bizim egemenlik haklarımız ve
dünya barışı bakımından enine boyuna ele alınmayı bekliyor.
Bu, tek tek kişilerin altından
kalkacakları işlerden değil.
Bu son model yaptırımlar ve böyle işler
yapılıp yapılamayacağı üzerine, herhangi bir forum, sempozyum, çalıştay, vb. yapılmasına kimsenin gerek görmemiş
olması, sizce de tuhaf değil mi?
Bakanlar ve yardımcıları, rektörler ve
dekanları, başkanlar ve müdürler, TÜBA’lar, YÖK’ler…
Yöneticiler ve kurumsal irade nerede?
*
Dünya ve emperyalizm durmadan başka
görüntülere bürünüp dururken, “dünya analizi” yapmadan lafa başlamayı
aşağılayan entelektüel siyaset geleneğimiz nerde?
*
Herhangi bir kavramı, mekanizmayı,
işleyişi, her ne ise, toplum için önemli olan birşeyi akademik, hukuksal,
siyasi masalara yatırmak için ne bekliyoruz? Böyle akıl işleri yapmak için
birilerinin ehem – mühim ayırımı yapmasına; konu belirlemesine; birilerinin
proje finansmanı sağlamasına bu kadar mı alıştık?
Bunca üniversite, oda, sendika, dernek,
vakıf, siyasi parti, koskocaman devlet kurumları, Türkiye için ve Türkiye’den
bakarak gerçek bir araştırma gündemi
oluşturma yeteneğinden bu kadar mı yoksun hale geldi?
Yıllardır sorun çözmeye odaklanmalıyız fetvaları verildikten sonra bu seyir
hali ne?
Herkes mi sosyal medya peşinde?
[BAG, Aydınlık, 10 Aralık 2017]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder