Dünyanın
yeniden inşasında, kavramlar gözümüzün önünde, ama daha çok kavram dünyasından değil
de yaşamın içinden köklü biçimde değişti.
*
Son yüzyılın biri
sol – sağ, diğeri sosyalizm – kapitalizm, öbürü birinci – ikinci – üçüncü dünya
adları verilen bölünme eksenleri artık yok.
Sağ dünya,
şimdiki varlığını “değerler” üzerinden inşa etme çabasında. Böylece siyasette
ve elbette toplumsal yaşamda dinsel emirlere yol açma fırsatı yakalamış, bunu
sonuna kadar sömürüyor. Sol dünya geçtiğimiz yüzyılda Avrupa Marksizmi, Avrupa
solu gibi adlarla anılanların çizgisinden yürüdü ve küreselciliğin rüzgarıyla
kendine göre “karşı” dediği kampın emir eri haline geldi.
Dünyanın
kapitalizm – sosyalizm bloklaşması, 1991’de SSCB’nin çöküşüyle birlikte 20. yüzyılda
kaldı.
Birinci dünya –kapitalizm
ile ikinci dünya -sosyalizm ortadan kalkınca, kaçınılmaz olarak, bunların
dışında görülen üçüncü dünya çemberi de hiçbirşey ifade etmez oldu.
*
21. yüzyıla
doğru, bu yıkılışların yerini, emperyalizmin “küreselleşme” adını verdiği
siyasetin kavramları doldurmaya başlamış gibiydi. Buna göre dünya artık küresel bir köy idi.
Akıllı adamlar, küresel düşünüp yerel davranırlardı. Dünya bir “tek dünya
hükümeti”ne doğru uzun yürüyüşe geçmişti. Tek kutuptan ibaret dünya, herkesi
değişmeye zorluyordu. Sosyalizm yıkılmış, kapitalizm kazanmıştı. Tek dünya,
kapitalizmin ilkelerine göre inşa edilecekti. Piyasa yaşasın, planlama
kahrolsun; ulus devletlerin bürokratik diktatörlüğü bir bir çözülsün, 200
devlet yerine 2000 devlet doğsun, yerel-etnik topluluklar yücelsin, uydurmaca
uluslar ve devletleri çözülüp gitsin idi. Eski sağ’cı kamp, gelen iktidarın
kendisi için olduğunu görüp vaatleri kutsadı, işe koyuldu. Eski sol’cu Avrupa
Marksistleri ise bu sözlerde, nasıl becerdilerse, “enternasyonalizm” kokusu
aldılar. Küreselciliğin “sol” kanadı nasıl olunabilirdi, bunu gerekçelendirmeye
giriştiler.
Uzun söze gerek
yok. Küreselcilik çöktü. Geriye, bizde son günlerde görüldüğü üzere, kadrolu
IMF’cilerin “sol kanat” adına bildiri ilan etmeleri gibi acayiplikler kaldı.
*
Bu bakış
açısından hareket eden bir bölüm küreselci, dünyada artık “Doğu – Batı” zıtlığının bittiğini, bunun yerini “Kuzey – Güney” zıtlığının aldığını
söylemişlerdi. Kuzey zenginler cephesi demekti, güney yoksullar. Küreselleşme
tutmayınca, bu da tutmadı.
*
Günümüzde
yükselen ve dünyaya yeniden biçim veren yaklaşım, dünyada “Doğu – Batı” zıtlığının bitmediğini, devam ettiğini söylüyor. Ama
iki farklı yorumu var.
Birincisi, Doğu ile Batı’nın coğrafyalarını daha
başka türlü tanımlıyor. Yeni yaklaşım, günümüzde Doğu’ya Avrasya diyor. Batı’ya ise eskiden olduğu gibi Avrupa değil de Atlantik adını veriyor. Önceki
yüzyılda “Batı”, Avrupa kıtasıydı. Özellikle de bunun batısı olan Batı Avrupa;
İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler idi. Yeni yaklaşım “Batı”yı böyle
tanımlamıyor. Bugünün Batı’sı, Kuzey Amerika kıtası, yani temelde ABD. Ve
onunla birlikte Atlantik okyanusunun bize doğru olan kıyısındaki Avrupa ülkeleri.
Ama hepsi de değil, yalnızca ABD ile işbirliği yapanlar.
İkincisi,
“Doğu” ile “Batı”yı, eskiden olduğu gibi birbirinden ayrı ve birbirine yabancı
– karşıt iki kültür diye tanımlamıyor. Bu eski yöntemi şimdi yalnızca Batı
dünyası kullanıyor. Eskisi gibi “değerler”, “insan hakları”, “demokrasi” diye
geveleyip duruyor. Oysa yeni yaklaşım öyle bir ayırım yapmış durumda ki,
dünyanın tüm kültürlerini dayanışma içinde bu yana, tek kültürlü birkaç merkezi
karşı kıyıya bırakmış bulunuyor.
Günümüzün Doğu’su, Avrasya… Asya ve
aslında Asya’nın yarımadasından ibaret olan Avrupa. Farklı ulusların, İslamiyet
ile Ortodoksluk başta onlarca dinin, binlerce inancın renkli toprağı.
Günümüzün Batı’sı Atlantik… Eski görkemli dünyanın karşısında duran yağmacı bencillik
simgesi.
Bu, gelen dünyanın çizilen en ilginç ve heyecan verici resmi. Ülkemizin geleceği bakımından da, Batıcıların lafıyla söyleyelim, büyük “fırsatlar penceresi”.[BAG, Aydınlık, 4 Mart 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder