Küreselcilik
devri kapandı; küreselciler ortadan kayboldu. Açık duran, yalnızca onlardan
sorulacak hesapların defteri.
Avrupa Birliği’nin
de devri kapandı. Küreselcilerden farklı olarak, bir kısım AB’ci, televizyon
ekranlarında yıllar ve yıllardır ezberlenmiş sözleri dile getirmeyi henüz
sürdürebiliyorlar.
Oysa Pazartesi
günü Varna’daki fotoğraf, Avrupa Birliği projesinin çöküşüne ilişkin son belgelerden
biri olarak dosyalara girdi. AB’nin iki sözcüsünden yayılan görüntü ve sözler,
çöküş halinin adeta özetiydi. Avrupa Komisyonu Başkanı Junker, Varna’ya daha önce
geldiğinde havanın güzel, bu sefer ise kapalı olduğunu ve Karadeniz’i
göremediğini söyledi. Gerçekten de öyle görünüyor; AB’nin feri kaçmış gözleri,
güzel Karadeniz’i artık çok zor seçiyor. Üstelik bu sefer Başkan’ın siyatiği de
azmış. Görüşmeler sırasında sık sık kalkıp salonda dolaşmak zorunda kalmış; hep
siyatik ağrısından!
*
Varna’da terörle mücadele deyip bunun
şampiyonluğunu yapan AB temsilcileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de ve Suriye’de terör örgütlerinin silah
depolarından toplanan silahların “stratejik
müttefikler”e ait olduğu açıklamasına ilişkin olarak ağızlarını açmadılar. Bu
çok açık, ağır ve kanıtlı suçlama, basın toplantısında dünya kamuoyu önünde AB
temsilcilerinin yüzlerine okundu, tek söz etmediler.
İnanılması güç.
Teröre doğrudan destekte suçüstü olmalarına karşın, Türkiye’den, terörle
mücadele yasasını kendilerinin istediği, yani Türkiye’nin elini kolunu
bağlayacak şekilde değiştirmesini istemeyi sürdürdüler. Bunu, 2014’ten beri
yaptıkları gibi, vize serbestliği
uygulamasına geçmek için yine şart olarak dile getirebildiler. Bu “biz terör örgütlerini eğitip donatmayı
sürdüreceğiz; terör sizi içerden dışardan vursun, siz direnmeyi mücadeleyi
bırakın” türünde bir medeni Avrupa tavrı!
AB, bunun kadar
acayip başka bir tavrı, aslında medeni Avrupa tavrına uygun biçimde, Kıbrıs
kıyılarında kendi tekellerinin Rum
Kesimi adına doğalgaz sondajları yapması konusunda sergiledi. Türkiye’nin
bu sondajlara Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin haklarını korumak üzere karşı çıkmasını,
bu karşı çıkış nedeniyle şirketlerin sondajları durdurmak zorunda kalmasını,
Türkiye’nin “yasa dışı” davranışları
diyerek kınamıştı. Kınama kararı, Varna toplantısından kısa bir süre önce alınmıştı.
AB liderleri bu kararda, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’ın yanında
olduğunu ilan etmişti. Türkiye’yi bu kadar yok saydıktan sonra, AB’nin Türkiye’yle
“üyelik müzakereleri”ni sürdürmekten ya da “stratejik ortaklık”tan Türkiye’yi
kontrol altında tutmaktan başka bir amaç gütmediğini herhalde herkes
anlamıştır.
AB
temsilcileri, göçmenliğe ilişkin olarak
Türkiye’nin ne kadar büyük bir yük aldığını, bunun için Türkiye’ye
teşekkürlerinin ne kadar çok olduğunu, süslü ve abartılı bir şekilde dile getirdiler.
Ama kendilerinin verdikleri destek sözlerini tutmadıkları suçlamasına karşı
eveleyip gevelediler. “İşlemler”
dediler, “eh ancak işte” dediler. Sözlerinde
AB’ci keskinliklerinden eser yoktu.
Bireysel özgürlükler, tutuklu
gazeteciler, insan hakları, vb. ezber Avrupa medeniyeti talepleri, yukarıdaki
müzakere manzarası içinde gerçek anlamlarıyla ortaya çıktı. Junker’in 15 Temmuzun ne olduğunu tam olarak anlamakta
güçlük çektikleri, bu yüzden tepki
vermekte geç kaldıkları, iyi tepki veremedikleri, vb. lafları da buna
eklenince, samimiyetsizlik tüm renkleriyle ortalığa saçıldı. Dar, bencil, salt maddi
çıkarları için dünyanın tepesinde kılıç gibi salladıkları sahte hümanizmanın iki
yüzyıllık baskı araçları!
*
26 Mart 2018 günü,
Türkiye – AB arasında yapılan Varna
görüşmesi, tarihsel öneme sahiptir. Varna’da tarihe geçen şey, Avrupa
Birliği’nin yalnızca gücünü değil, artık meşruiyetini de yitirme sürecine girdiğidir.
[BAG, Aydınlık, 28 Mart 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder