1 Nisan 2018 Pazar

FRANSA’NIN SURİYE HEVESİ


1931 yılında İskenderun Sancağında dağıtıldığı tahmin edilen Arap harfli Türkçe yazılmış, yazarı bilinmeyen bir makale, Suriye’yi “manda”sı altına alan Fransa’nın 1921-1930 yılları arasında Türkiye’ye karşı kovaladığı siyaseti anlatıyor.
*
Diyor ki:
Birincisi, adına “manda” denen şey, özünde “Fransa’nın şarkta (doğuda) tutunması ve ‘En Büyük Fransa’nın tahakkuk etmesi”dir. Yani,  manda adına bakıp “bu ne” diye boşuna kendinizi yormayın.

İkincisi, Fransızların Türkiye – Suriye sınırını çizmek için ‘Roma Yolu’ diye tutturdukları şey gerçekte keçi yolu bile değil. Bu yol üzerindeki ısrarları Suriye yararını düşündüklerinden değil, “Şark’ta Fransız istilasına bir adım daha atmak” içindir.

Üçüncüsü, öteden beri Suriye’ye Ermenilerin getirilmesi ve “hududumuza zaif bir çit gibi dizilmesi Ermenilere acıdıklarından değil, Suriye’yi imar etmek istediklerinden değil, Suriye’nin su menbalarını kurtarmak için değil, Fransız istilasına öncü bir kuvvet hazırlamak, Suriyeliler ile daima geçimsiz kalacak bir unsur daha kazanmak, Türkiye hududunda hiç rahat durmayacak, Büyük Ermenistan akrânının karşısında kafaları daima dumanlanıp bulunacak ve Fransız parmakları arasında her zaman arzuya göre oynayacak bir alet bulundurmak içindir.”
*
Demek ki rastlantı değil.
Bugünlerde ABD’de Trump’ın Suriye’de Fransa’ya yer açması ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kendi ülkesinden çok uzaktaki Suriye için bu kadar heyecanlanması, Suriye’yi 1920 – 1946 yılları arasında “manda”sı olarak boyunduruğu altında tutmuş ve sonra yitirmiş olmasından kaynaklanıyor.
Demek ki şu da rastlantı değil.
Gazetelerde okuduk ve fotoğraflarını gördük. HDP’nin Ermeni kökenli İstanbul milletvekili Garo Paylan, Fransa’nın Suriye hevesini ilan etmesinden kısa bir süre önce Macron’la görüştü. Macron durup dururken soykırım yalanına sahip çıkmaya devam edeceklerini ilan etti. Eski film eski aktörlerle şimdi de az değişiklikle yeniden çekilmek isteniyor.
*
Sözünü ettiğim makale, geçen yüzyıldaki Fransız niyetiyle siyasetini gerçekten çarpıcı bir biçimde inceliyor. Revue Politique et Parlementaire adlı dergide 10 Temmuz 1931’de yayımlanmış bir yazıdan alıntılar yapıyor ve Fransızların kendi durumlarını nasıl gördüklerini özetliyor:
“Mütarekeden sonra [Mondros, 1918] Suriye, Kilikya, Kürdistan dağlarının cenub (güney) kısımları, Mersin, Adana, Maraş, Ayıntab ve Mardin bize [Fransa’ya] verilmiştir. Fakat Kemalistlerin taarruzu üzerine Fransa, Türkler ile yeni bir muahede akdetti. Bu muahede [20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması] bize [Fransızlara] bütün Kilikya’yı Ermeni ve Kürtler ile meskun bazı noktaları kaybettirdi….. Bu hudud, [Fransa için] birçok zararları mucip olmuştur. Asya içlerine doğru mühim bir kapı olan İskenderun limanı Türk toplumunun tesiri altına girmiş, ……”
Bizim yazar bu sözlere karşı diyor ki, insan bu satırları okurken kendini Ren sahillerinde, Türkiye’nin de Almanya’da olduğunu zanneder! Çok doğru söylüyor; sömürgecinin kendinden çok uzaklardaki topraklarda böyle hak görmesi kendi başına hayret verici. Ama asıl olarak aranan şey unutulmamalı. Bütün mesele “Asya içlerine girecek yolların Fransızların elinde bulundurulması”ndan ibaret.  
Zaten kendileri de saklamadan söylemişler: 
“Türk Asyası ile İngiliz Asyası [Irak olsa gerek] arasında ve Dicle üzerinde bulunan ve İran’dan uzak olmayan bir pencere, Fransız nüfuzunun genişlemesi için birinci derecede ehemmiyeti haizdir. Bu ehemmiyet bütün kesafetiyle Suriye’de toplanmıştır.”
Besbelli, şimdi de aynı hırs yükselmiş bulunuyor.
21. Yüzyılda Atlantik çöküp Avrasya yükselirken…
*
Fransa’nın başrol talep ettiği Suriye saldırganlığında 20. Yüzyılda sergilediği manzara çok ama çok öğretici. Daha ne çarpıcı boyutlar var!
İlgilenenlerin okumasını öneririm: 
Dr. Erdal İlter (çev.), Fransa’nın Suriye’yi İşgaline Dair Yayınlanmış Bir Risale, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/792/10154.pdf 

[BAG, Aydınlık, 1 Nisan 2018]


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder