Türk
kamu yönetimi dört ana parçadan oluşuyor.
Parçalardan
biri genel yönetim gövdesidir. Bu
gövde başbakanlıktan başlar, işlev ayrışmasına göre bakanlıklar temelinde, coğrafi
sınırlara göre taşrada iller ve ilçeler çevresinde kurulur. Taşra il özel
idaresi, belediye, köy adı verilen yerel birimlerle örülüdür.
Diğer
üç parça, yüklendikleri işlerin kendine özgü yapılarına göre kuruludur. Bunlardan
biri silah-savaş-savunma işlerine bakan askeri
yönetim, diğeri her düzenin temeli olan hakkaniyet ve adalet işlerine bakan
adli yönetim, sonuncusu da dünyayı
kavramak ve dönüştürmek gücü olarak bilgi işlerini içeren akademik yönetim.
Bunların
halk adına yönetilmesini üstlenmiş olan siyasal iktidar, genel yönetimin
doğrudan ve hiyerarşik patronudur. İşlevlerinin kendine özgü nitelikleri
nedeniyle askeri yönetim bu patrona karşı sorumlu/bağlı,
akademik yönetim bu patrondan özerk,
adli yönetim ise bağımsız
kurulmuştur. Bu ilişkilendirme elbette Türkiye’ye özgü değildir. Tüm çağdaş
devletlerde kurulmuş şema böyledir.
*
Türkiye
üzerinde kurulmuş dış dünya baskısı, özellikle 2000 yılından bu yana, başta AB
ve OECD olmak üzere, bunlar ve ABD menşeli kurumlar tarafından yaratılmış “sivil
toplum kurumları”, “think-thank”ler eliyle bu
3-A üzerinde yoğunlaştı. Silah – adalet – bilgi, bunların “yapısal reform
şartları” haline geldi, Türkiye’nin aklı dumura uğratıldı.
*
Akademik dünya Türkiye’deki
tüm araştırma gündemini bu merkezlerin belirlemesine terk etmek anlamına gelen
sahte evrensel bilim zihniyetinden “dünya üniversiteler sıralaması”na, “İngilizce dergilerde yazma” ve “ingilizce yayınlardan atıf alma” gibi
uygulamalara uzanan ağır bir baskı ağında adeta boğuldu. Üniversiteler bilgi
üretme yöntemi ve araştırma gündemi bakımından aklını kiraya vermek zorunda
bırakıldı. Kiralık akıl, neoliberal-cemaatçi akımla doldu.
Adli dünya,
AB’nin “tüm yasal hükümlerin tüm yargı
makamlarınca uluslararası hukuka göre verilmesi” amacıyla başlattığı bir ulusal
hukuku kırma harekatına maruz kaldı. AB, 2004 yılından bu yana hukukun uluslararasılaşmasını isterken, aynı
anda Türkiye’nin adli sisteminin “bölge
istinaf mahkemeleri”yle donatılıp adli
bakımdan eyaletleşme baskısını hiç terk etmeden sürdürdü. HSYK’dan
başlayarak adli yönetime ait ne varsa herşey, AB uyum yasaları adı altında
Türkiye için değil kendileri için iş görecek birer “reform şartı” oldu. Onların reformlarından, sinsi ve sahtekar
cemaatçilik eliyle istila çıktı.
Askeri yönetim, aynı
çevrelerin “sivilleştirme” ve “demokratikleştirme”
kodlarıyla adeta hedef tahtası yapıldı. Ordu
siyasi konulara müdahale etmesin gerekçesiyle sivil denetim altına alınsın pankartı altına toplanan bir dizi “reform” şartı, AB Katılım Ortaklığı
Belgesi’nde ve diğer ilerleme raporlarında duruyor. Askeri yönetimi sivilleştirin diyen Avrupalı, bu sırada ordudaki fethullahçı
istilaya karşı harekete geçenlere “dindarları
tasfiye eden dinsiz ordu” diye saldıran o siviller için ve onlarla birlikte
iş gördü. Askeri yönetim felç edildi.
*
Şimdi,
süresi ve konusu sınırlı OHAL Kanunu’nu
kullanarak Türkiye’yi istila ve işgal eden güçlerin aklını kanun hükmünde
kararnamelere dökmek de ne?
Nereden
baksanız yirmi yıla varan yıkıcı saldırı karşısında, 15 Temmuz’da Türk ulusunun
gösterdiği büyük direnişin tam ortasında kiraya verilmiş akıllarla hareket
etmek nasıl bir tutsaklık?
Siyasi
iktidarın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dönük kanun hükmünde kararnamesi, OHAL
için aldığı yetkinin sınırlarını aşması nedeniyle hukuksuz ve hükümsüz. Siyaseten ise, karşı karşıya olduğumuz büyük
işgal saldırısı karşısında Türk ulusunu devletsiz ve savunmasız bırakabilecek tarihi önemde bir yanlış.
Dağılmış
ordu, güvenilmez hale gelmiş adliye, akıl-fikir üretemeyen akademi…
Yirmi yıllık AB-D stratejisi bunlar için çalıştı; belli ki epeyce mesafe aldı.
Yirmi yıllık AB-D stratejisi bunlar için çalıştı; belli ki epeyce mesafe aldı.
Şimdi
altın vuruşu siyasal iktidar mı
yapacak?
Buna
izin verilemez.
Aynı
Türksüz yeni-anayasaya izin
vermeyeceğimiz gibi…
(BAG, Aydınlık Gazetesi, 3 Ağustos 2016)
Sayın GÜLER,
YanıtlaSilTürk aydınlanması için yaptığınız fikir fırtınasını ne yazıkki anlayacak, sorgulayacak ve sentezleyecek bir toplum yok...Fiziksel ihtiyaçlara ve günü kurtarmaya yönelik basit eylemler bu toplumun gıdası olmuş ve sizin uyardığınız konuları ne yazıkki kavrayamıyor. Önerim Milli Güçlerin enerjisini kollektif bir kanalda toplaması ve çözüm programları ortaya koymasıdır. Banu AVAR, siz, Ertürk paşa ve diğer Türk aydınları lütfen artık bir siyasi alternatif oluşturun bu büyük Millete.
Değerli hocam ufuk açıcı yazınıza siyaset üretmeyen siyasi partiler ve liderlerini de katmak gerekir diye düşünüyorum. Saygılarımla. .. Tuncay Yılmaz / TODAİE 2007 öğrencininiz. ...
YanıtlaSil