Türkiye’nin anayasasını
topyekün değiştirme sevdasına kapılanlar vardı. Halâ var. Bir de, soğukkanlı ve
hukuksal aklın temsilcileriymiş gibi öneriler geliştirenler…
Bu iki kesimden, ama en
dikkat çekici olarak ikincisinden gelen bir öneri, çok dikkate değer(di).
Şöyle dediler: “Anayasa’nın madde 3’ünde ifade bozukluğu var; anayasa gibi temel
metinlere yakışmayan bir bozukluk; düzeltilmesi iyi olur.”
*
İddialarına göre Madde 3’teki
ifade bozukluğu “Dili Türkçe’dir”
şeklindeki cümledeydi. Akil adam havasındaki öneri sahipleri “kimin dili? neyin dili? bu cümlenin öznesi
yok” diyorlardı.
Oysa ifadenin tam hali “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” biçiminde...
Kendilerine bu söylenince
de şöyle demişlerdi: “A, evet, doğru! Ama
yine de bu kendi başına bir cümle olarak ele alındığında öznesiz gibi duruyor. Öznesini
cümlesine koymak ve ifadeyi daha net hale getirmek iyi olur.”
*
Önerilerinin, konunun
özüyle değil doğru anlatım biçimiyle sınırlı olduğunu ileri süren öneri
sahipleri, cümleye özne de önerdiler. Onlara göre en doğru ifade şöyle olurdu: “Resmi dili Türkçedir.”
Bu kimselerin “yalnızca ifade bozukluğunu giderelim diye…”
derken samimi olup olmadıklarını bugüne dek çözemedim. Ciddi adamlar idiler. Hatta
bazıları, geçmişte hukuk bilgilerine sık sık başvurduğumuz kişiler arasında yer
almış siyasetçilerdi.
Gelin görün ki durum
adamlardan daha ciddi.
Çünkü önerileri bir “ifade
bozukluğu”nu düzeltmiyor. Aksine, doğrudan özü değiştiriyor; onları da ulusal ve üniter devlet yapısını
değiştirmek isteyenler cephesine savuruyor.
*
Şimdiki yazılış biçimine
göre yorumlandığında, Anayasa’nın 3. Maddesi bize Türkçenin 3 sıfatı ve statüsü
olduğunu söylüyor: (1) Devletin dili –devlet dili- Türkçedir; (2) Ülkenin dili –resmi
dil- Türkçedir; ve (3) Milletin dili –ulusal dil- Türkçedir” diyor.
Öneri sahibi ise
önerisiyle Türkçe’nin devlet dili ve
ulusal dil sıfatlarını siliyor; Türkçeyi yalnızca resmi dil sıfatıyla sınırlandırıyor.
*
Resmi
Dil – Devlet Dili ayırımı, farklı dillerin kabul edildiği federasyon
tipi devletlerde ayrı statüleri anlatır. En açık örneği, kuzeydeki komşumuz Rusya’da
Sovyetler Birliği döneminde ortaya çıkmıştı. SSCB sistemi, Rusçayı ülke genelinde resmi
dil olarak tanımlamıştı. Devlet dili
sıfatı/statüsü ise, örneğin Kırgızistan’da Kırgızcaya yada Gürcistan’da
Gürcüceye, yani alt kademeyi oluşturan federe devletlerde kullanılacak dillere verilmişti.
Bu ayırma, dünya literatüründe de kabul gördü.
Öyleyse, Anayasa’ya “resmi dil Türkçedir” gibi bir ifade
yerleştirmenin sonucu açık değil mi? “Devlet dili” sıfatını açığa çıkarıp daha
sonra kullanılmak üzere askıya bırakarak, federasyon meraklıları için tam bir
yol temizliği!
*
Ulusal
dil, yerel –etnik diller ile birlikte düşünülmesi gereken
bir sıfat. Anayasa’dan Türk Milleti’ni
ve onun egemenlik hakkını silmeye yönelmiş siyasetlerin aldıkları mesafe
malum. Bölgesel özerklik isteyenlerin, her bölgede [devlet dili ayarında] “bölgesel
dil”in kabul edilmesini dayattıkları da sır değil. Bunu yapanların “çokkültürcü / çoketnikli / çokmilletli”
bir siyasi yapı için uğraştıklarını sağır sultan bile duydu.
Böyle bir dönemde, Türkçeden
ulusal dil sıfatını almanın sonuçları belli değil mi? Türkçeye ait olan ulusal
dil statüsünü boşluğa atmak, ulusal devletin yerine çok-milletli yamalı bohça
bir siyasal düzeneğe zemin hazırlamaya yarar, başka birşeye değil!
*
Anayasa’nın 3. Maddesinde
“ifadesi bozuk” denen hüküm, Türkçe’nin
resmi dil, devlet dili, ulusal dil biçiminde üçlü statüye sahip olduğunu gösteren; kökleri derin; kapsamı net; doğru bir ifadedir.
İfadede sorun yok. Olduğunu
söyleyenlerin bilgileri mi eksik yoksa niyetleri mi bozuk, bu olasılıkların üzerinde
durmak daha isabetlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder