Başlıktaki söz, Güney Amerika ülkelerinden
Uruguay’da 2015 yılının başlarında
yapılan büyük bir mitingin pankartında yazıyor.
Bu ülkenin sendikaları, demokratik kitle
örgütleri, siyasal partileri ve devlet yetkilileri, görüşmeleri süren TiSA adlı Hizmet Ticareti Anlaşması’nı ulusal bünyeye zararlı görmüşler.
Anlaşmanın kamu hizmetlerini özelleştirmeyi zorunlu kılmasını, özelleştirilenleri
dünyanın dev şirketlerine teslim etmeyi garanti altına almasını, bunu yaparken
de beş yıl boyunca yapılanlar ve yapılacaklar hakkında herhangi bir kimse ve
kesime en ufak bir bilgi vermeyi yasaklamış olmasını kabul edilemez
bulduklarını ilan etmişler.
Sonuçta Uruguay’ın bu anlaşmadan
çekildiğini dünyaya duyurdular.
*
Türkiye’nin halen içinde yer aldığı TiSA’ya
karşı yapılan eleştiriler ilginç ve önemli.
Bunlardan birine göre TiSA, turbo şarjlı özelleştirme anlaşması.
Yani bu anlaşmayı küçük motordan daha çok güç elde etmek için, içine zorla,
atmosfer basıncından daha fazla hava doldurmayı sağlayan pompaya benzetiyorlar.
TiSA, “demokrasiyi
tehdit eden gizli bir özelleştirme anlaşması’. Tehdit, kamu hizmetleri ile
ulusların egemenlik hak ve yetkileri üzerinden büyüyor.
Anlaşma
kamu hizmeti kavramını ortadan kaldırıyor. Kamu hizmetlerini
para ile alınıp satılan mala dönüştürüyor. Zaten can yakıcı boyutlarda olan
toplumsal eşitsizlik sorununu, zayıf ölür
- güçlü yaşar düsturuna bağlanmış piyasa mantığına teslim ediyor. Toplumsal
eşitlik ve ilerleme sağlamak için kullanılabilecek tüm kaynakları kurutuyor.
Aynı
anda halkın egemenlik hak ve yetkisine el koyuyor.
Kamu hizmetlerinin üretim ve sunumunu tekellere devrederken, bunlara ilişkin
tüm karar yetkisini de onlara aktarıyor. Tekelci şirketler, ulusal yasa ve
kurallara bağlı olmayı sevmezler. Nitekim TiSA, dev şirketler ve bunların
hamisi devletler tarafından, ülkelere adeta bir ‘hizmet ticareti anayasası’ dikte edilmesi anlamına geliyor.
*
Avrupa’daki TiSA’cılar açıkça söylüyorlar;
“biz dünyanın en büyük hizmet
ihracatçısıyız, çok kar ederiz!” Ama bu savunma Avrupa’daki
anti-TiSA’cıları ikna etmeye yetmiyor; “ihracatı
yapacak olan Avrupa’nın kendisi değil, Avrupa’yı da yönetmeye girişmiş küresel
şirketler olacak” diyorlar.
Anti-TiSA’cılar, kişilerin dolaşımı
çerçevesinde göçmenlere ‘bağımsız hizmet
sunucusu’ statüsü vermenin anlamını ise ürkütücü buluyorlar. İnsanların
başka bir ülkeye bir işle bağlı olarak gönderilme sistemini, Suudi Arabistan ve Katar gibi yerlerde uygulamaları görülen köleliğe yakın insan
çalıştırma statüsünün yaygınlaştırılması diye nitelendiriyorlar. Elbette bunu, insan
ve işçi hakları bakımından kabul edilemez görüyorlar.
*
2013’ten bu yana yürüyen TiSA’da ülkemizin
temsilini, başında Nihat Zeybekçi’nin
bulunduğu Ekonomi Bakanlığı
yürütüyor. Bu bakanlığın Anlaşmalar Genel
Müdürlüğü, GATS adlı anlaşma için yapılmış çalışmaları kendisine temel
almış görünüyor. Bakanlığın internet sitesinde bazı bilgiler var; ancak bunlar
2014 yılının başında donmuş durumda. Buna göre Türkiye adına “gerçek kişilerin dolaşımı” ve “karayolu yük taşımacılığı” konularında
önerilerde bulunulmuş. İnternet taramasından öğrendiğimize göre, geçen son
ikibuçuk yılda sağlık hizmetleri ile ilgili kimi öneriler de var. Sitede bunlar
hakkında herhangi bir bilgi yok.
Pazar günkü yazımda ülkemizin tutumu üzerine yapılmış açıklama yok diye yazmıştım; yanlışımı
düzelteyim. Bakanlığın internet sitesinde yazdığına göre “ülkemizin tutumu” şu: “Türkiye,
hizmet ticareti alanında ilave serbestleştirme sağlanması amacıyla tüm hizmet
sunum biçimlerini ve hizmet faaliyetlerini kapsayacak şekilde müzakereler
yürütülmesine önem vermektedir.”
Siyasi iktidarın Türkiye adına geliştirmiş
olduğu tutumu başka bir yazıda ele almak üzere, doğru tutumu şimdiden belirtmekte
yarar var:
TiSA’lara
hayır, ulusal egemenliğe evet!
(BAG, Aydınlık Gazetesi, 7 Eylül 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder