5 Eylül 2016 Pazartesi

ULUSALCILIĞIN YÜKSELİŞİ


Bu satırların yazarı olarak, etiketlemeyi başkasına bırakmadan, etiketimi kendim yapıştırdım. Etiketin üzerinde “ulusalcı” yazıyor.

Ulusalcılık, 21. yüzyılın düşünce ve siyaset sistemi.

Ortaya çıkışı 1990’lı yıllarda, tüm dünyayı sarsan “küreselcilik”le birlikte oldu. Küreselciliğe bir tepkiden çok bir yanıt olarak görülmeli. Tepki, tepki gösterilen şey var oldukça varlığını sürdürebilen bir tavır. Oysa ulusalcılık, küreselci dünya düzeninin yıkımına karşı, hem yıkımı önlemek hem de doğru yönü işaret etmek gücüne sahip olan bir yanıt.

Bu yanıt Türkiye’de “küreselciliğe karşı ulusalcı direniş” çağrısı olarak verilmişti. Şimdi yalnızca azgelişmişler dünyasından değil, Atlantik dünyasının batısından doğusundan çeşitli yankılar buluyor.

*

Amerikalıların Henry Kissinger adlı ünlü diplomatı, 2014 tarihli Dünya Düzeni adlı kitabında, “olmadı” diye yazdı. Dünyanın kuralları yeniden belirlemesi gerektiğini söyleyip, çıkış yolunu 1648 tarihli Westfalya kurallarını modernleştirmek diye gösterdi.

Westfalya, Avrupa’da ulus-devlet modelini doğurduğu kabul edilen anlaşma. Her devletin kendi topraklarında egemen ve dışarıya karşı bağımsız olduğunu, dünya düzeninin de işte bu uluslar-arasında alınacak kararlarla kurulması gerektiğini öngören şey.

Bu sözler, ulus-devletleri reddeden küreselciliğin iflas ettiğinin ilanı.

*

Fransızların bir ekonomisti Jaques Sapir, 2011 yılında La Demondialisation başlıklı bir kitap yazdı. Fransızlar, İngilizce dünyanın globalisation (küreselleşme) dediği şeye mondialisaton (dünyasallaşma) demişlerdi. Kitap bunun bittiğini, dünyasal-sızlaşma devrinin başladığını ilan ediyor.

Almanya’nın 2009 yılında Karlsruche Anayasa Mahkemesi’nde “ulusal kanun ve kurallar Avrupa mevzuatından üstündür” kararı aldığını hatırlatıyor. Fransa’nın dünyayı iyi değerlendirmesi gerektiğini, “görkemli izolasyon değil”, ama “kartları yeniden karıp partnerlerini köşeye sıkıştıracak bir kopma senaryosu hazırlamasını öneriyor. (Kitabın Türkçesi Yerel(sel)leşme, Epos Yayınları, 2012)

*

Ulusalcılık, dünyayı hem çevre felaketlerine hem de paralı askerlerin, şirket ordularının vekalet savaşlarına mahkum eden küreselleşme politikasının yıkımına karşı, dünya genelinde yeni politika demetlerinin kurucu tavrı olarak yayılıp yükseliyor.

Ulusalcılık yükseldikçe, bizim ülkemiz de dahil, pekçok ülkeyi “çok-kültürcülük” adı altında acımasız bir ırkçılığa sürükleyen kozmopolitizmin maskesi de düşüyor. Ulusları birleşmek yerine, sözde insan hakları adı altında etnik-ırki kökenler temelinde parçalamaya ve dini inanç-mezhepler temelinde ortaçağ düşmanlıklarına gömülmeye iten küreselleşmenin arsızlığı artık çıplak gözle görülüyor.

*

Ulusalcılığın dedikleri doğru çıktı.

Küreselleşme, dev şirketlerin küreselleşmesiydi. İnsanları, yurttaşları görmüyordu. Gelir dağılımı adaletsizliğini görmüyordu. Dünya zenginliklerini ve işgücünü, kendisi için hammadde sayıyor, bunlara başkaca da bir değer vermiyordu. Bundan ne refah ne barış doğardı.

Nitekim öyle oldu.

*

Küreselciliğin pervazsızca saldırdığı zamana oranla, şimdi daha iyi durumdayız.

Kurallar şimdi yeniden belirleniyor. Yalnızca kendimiz için değil, aynı zamanda dünya için de, bir kez daha miş gibi yaparak değil gerçekten üretmek ve zenginliği adil bölüşmek üzere düşlerimizi ve yeteneklerimizi harekete geçirmemiz gerekiyor.

Dünyanın batılı imparatorları yeni süreci kendilerine göre biçimlendirmek için yola koyuluyorlar. Onların peşi sıra sürüklenmenin artık alemi yok. Türkiye, kendi yolunu çizme erdemini göstermeli.

Bunun için komşularımız Irak ve Suriye’de olduğu gibi, ülkemizin de ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü güvene almak, ilk ve öncelikli görevimiz.

Türkiye bu kez “yeni bir dünya kurulur Türkiye de orada yerini alır” demek yerine, yeni bir dünyanın kuruluşunda yerini kendisi belirleyecek.

Dünya hastalığı teşhis etti, hiç kuşku yok, iyileşecek.

(BAG, Yeni Adana, 5 Eylül 2016)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder