1991’de
Amerikan Başkanı Bush, uhrevi bir havada, ‘yeni
dünya düzeni’ hedefinden söz etmişti. 1993’te yerine gelen Bill Clinton
buna ‘küreselcilik çağı’ dedi.
2001’de onun yerine gelen oğul Bush, 2009’da gelen Obama aynı izden yürüdü. Amerikan
başkanlarının Cumhuriyetçi ya da Demokrat olmaları hiç fark etmedi.
Küreselleştirme,
özelleştirme, yerelleştirme siyaseti dünyayı perişan etti.
Çeyrek yüzyılın sonunda dünyada eşitsizlikler ayyuka çıktı. İngiliz Başbakanı
Tony Blair’in ‘mucidi benim’ dediği ‘uluslararası toplum’ çetesi, askeri
işgallerle, NATO’lu ya da NATO’suz, Asya’dan Afrika’ya dünyayı ateş topuna
çevirdi. Avrupa’da ‘Tek Avrupa Devleti’,
dünyada ‘tek dünya devleti’
kuracaklarını söyleyenler, serbest dedikleri ticaretle yoksulluğu yaydılar; var
olan yoksulluğu açlık ayıbına çevirdiler.
*
2008’den
beri ve günümüzde, ‘yeni dünya düzeni’
misyonerleri iflas ve yenilgilerini yaşıyorlar. Birleşmiş Milletler, bunun
dalları olan IMF-Dünya Bankası, üzerinde yükseldikleri derecelendirme
kuruluşları, her türden piyasalar, bunların yerleştikleri tüm kaleler ‘yoksa bunlar kumdan kaleler mi?’
kuşkusuyla yoklanıyorlar. Tek tek ülkelere yayılmak için inşa ettikleri düzenleyici – denetleyici üst kurullar,
hayretler içinde, küresel bağlarının kopuşunu seyrediyorlar.
Avrupa
Birliği, tek-avrupa idealine erişmek bir yana, üzerinde yükseldiğini iddia
ettiği tüm “değerler”i kendi elleriyle eziyor. Gözlerden uzak tutmaya gayret
ettiği gerçek ‘değerleri’, yani sömürgecilik,
ırkçılık, yabancı düşmanlığı, adeta gözeneklerinden fışkırıyor.
*
Yeni dünya düzeni olmadı.
Dünya
aslında şimdi, içinde bulunduğumuz bu dönemde gerçek bir Yeni Denge’ye doğru ilerliyor. Yeni denge, küresel şirketlerin
hesapsız, sınırsız, denetimsiz, halklardan tümüyle kopuk bir dünya diktatörlüğü kurmak hevesi ortadan kaldırılarak inşa edilecek. Başka
yol yok.
New York Times gibi
gazetelerin yorumların manşet yapan bizim kimi yerli gazetelerin telaşı bu. ABD
başkanlık seçiminde Trump’ın öne çıkmasından, Bush – Clinton – Bush – Obama –
Clinton zincirinin kırılmış olmasından rahatsızlık, bu meselenin yansıması.
Bulgaristan’da ‘sizin jetler çok eski, o yüzden hava
işlerinizi NATO jetleri görsün’ diyenlere ‘evet’ deyivermiş iktidarın seçimleri yitirmesinden duyulan
rahatsızlığın temelinde yatan da aynı şey. Bulgar halkı egemenlik hakkının
böyle gasp edilmesine tepki gösterdi. Buna ‘evet’ diyenleri gönderdi. Ve
küresel imparatorlukçular “otoriter popülizm
yaygınlaşıyor!” diye çığlığı bastılar.
*
Otoriter
popülizm yaygınlaşıyor; milliyetçilik
yükseliyor; ırkçılık büyüyor; vb.
diye bağrışanlar, bunların yeterli yankı yaratamadığını görünce “Rusya geliyor; Avrupa’ya yayılıyor;
Amerika’ya iniyor….” diye çığrışıyorlar.
Türkiye AB’den, Batı
dünyasından kopuyor, çığlıkları da aynı cepheden geliyor. Bu
çığırtkanların yerli ortakları, Avrupa Parlamentosu’nun neredeyse ‘perişan ederiz, işgal ederiz sizi!”
kıvamındaki tehditlerine göz kapatıyor; elçilerini TBMM’de HDP sıralarına
oturtmaya kadar varan sömürgecilik edasını es geçiyorlar.
*
Her
kap içindekini sızdırırmış. Küresel şirketlerin bol cilalı kabı o kadar
sızdırdı ki, kabın kendisi sular içinde kaldı.
Küresel
şirket sözcülerinin otoriter popülizm
dedikleri şey, kararlı halkçılıktır. Milliyetçilik dedikleri ise, egemenlik savunmasıdır. Bunlar
ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, kısacası küresel diktatörlüğün panzehiridir.
Türkiye,
küresel şirketlerin diktatörlüğüne karşı, Rusya dahil ve başta olmak üzere, halkım ve egemenliğim diyen tüm dünya
uluslarıyla büyük işbirliği ve dayanışma ağında yerini alarak güçlenecek.
[BAG, Aydınlık, 16 Kasım 2016]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder