13 Kasım 2016 Pazar

TUKAKA ETİKETÇİLERİNİN İŞİ ZOR


1980’lerde Türkiye’de 12 Eylül darbesi yaşandı. Hukuken ilk genel seçimin yapıldığı 1983’e, fiilen ise beş generalli Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin süresini tamamladığı 1989’a kadar sürdü. Bu zaman diliminde yerel yönetimler yetkilendirildi; özelleştirmeyle serbest piyasa ekonomisi ve devletsizleştirmeyle sivil toplum inşa edildi. Sonraki tüm özerkçi, serbestçi, sivilci kesimler, 12 Eylül’ün bağrında beslendi. Özal önderliğinde onlar ‘demokrasi, özgürlük, sivillik’ şampiyonu olurken, biz devletçi ve statükocu ilan edildik.
*
Aynı dönemde, SSCB’den Gorbaçov’un sesi yükselmişti. Dünyada silahsızlanma diyordu, barış içinde bir arada yaşama… SSCB’de yeniden yapılanmaya gidiyordu -perestroyka, bunu da açıklık içinde ve açıklık için -glasnost yapacaktı. Batı dünyası sevindi; bu ‘büyük refomlar’ı alkışladı. Eleştirenler ve reformlara direnmeye yeltenenler, ‘muhafazakar, statükocu, sağcı’ ilan edildi. Biz eleştirenlerdendik; statükocu olduk.
*
1990’lı yıllarda radyomu istiyorum diyen Çiller çok-sesliliğin sözcüsü oldu. Medyayı devlet tekelinden alıp sermayeyle cemaatlere teslim etmek çok-seslilik değildir diyen bizim kesim, tek-sesçi diye etiketlendi.
*
O yıllarda SSCB dağıldı. En büyük parça olan Rusya Federasyonunun başına Yeltsin geçti. Tankların üstüne çıkmış, darbeyi engellemişti. Yeltsin dönemi sona ererken, Rusya Federasyonu özelleştirmelerin ürünü ‘oligarklar diyarı’ olarak anılıyordu. Geçen 10 yıllık süre halk için acıklı, Batı için ise Kopenhag Kriterleri’nin kılavuzluğunda ‘serbest piyasa ekonomisi, devletsizleşme, demokrasi’ çağı idi. Onlara göre Yeltsin ‘özgürlük ve demokrasi’ demekti; eleştirenler topluca ‘totalitarizm yanlısı, darbeci, sağcı’ idiler. Biz bu çağı yıkım saydık; totaliter-sever olduk.
*
Küreselleşme kaçınılmaz, direnmek ahmaklık diyen kozmopolit mali sermaye hizmetlileri, bu yalnızca bir politika, özü de emperyalizm diyen bizlerin ‘içe kapanmacı’, ‘milliyetçi’, ‘yabancı düşmanı’ ve dahi artık nasıl bağlantı kurdularsa ‘ırkçı’ olduğumuzu ilan etti.
*
2000 yılı, Rusya Federasyonu’nda Putin dönemiyle açıldı. Yeltsin dönemindeki Amerikan tipi iş görme usulleri çökmüştü. Avrupa’nın eski sosyalist ülkeler için geliştirdiği TACIS programları iflas etmişti. Putin yönetimi bunları bir yana bıraktı. “Rus Düşüncesi’ diyerek ülkenin ihtiyaçlarını öncelikle kendi deneyimlerinden hareketle karşılamaya, bu çerçevede ‘Güçlü Devlet’ hedefine bağlandı. Rusya toparlandı. Ama ne ilginçtir, Batı dünyası Putin’e ‘diktatör, yeni-çar, otokrat’ dedi. Biz Rusya’nın kendi yolunu çizip toparlanmasına sevindik; otokrat-sever olduk.
*
ABD öncülüğündeki işgalci tankları reddettik. Arap Baharının, eski sosyalist ülkelerde girişilen Sorosçu renkli devrimlerin güney versiyonu olduğunu söyledik. Baas’ı, Saddam’ı, Kaddafi’yi vahşilikle ortadan kaldıranlara onay vermedik. Kanlı işgalciye karşı çıkınca yine diktatör-sever olduk.
*
Şimdi ABD’de, küreselciliğin hamileri Bush-Clinton zihniyetine karşı ‘bizim dünyaya ders verecek halimiz yok’ diyen Trump’ı ilgi çekici buluyoruz. Bu kadarı bile yeniden etiketlenmeye yetecek görünüyor. 
*
İyi olan şey şu ki, küreselcilik battı. Tukaka etiketçileri güçten düştüler. Hile ve küfür torbalarında yeni sıfat kalmadı.
Küfür etiketlerinin tümünü sahiplerine iade etmek şart. Bu arada biz elbette dünya için ‘serbest değil adil ticaret’ istemeyi, ülkemiz için ‘planlama ve ulusal devlet’i çağırmayı sürdüreceğiz. Her ikisi için de kapsamlı ve sağlam bir ideolojik mücadele vermemiz gerek.

 [BAG, Aydınlık, 13 Kasım 2016]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder