Siyasal konum alışlarda fırsatçı
kolaycılık devri kapandı. Sözünü çeşitli yollarla örtüp ‘mış gibi’ yaparak
gemisini yürütme alışkanlığı edinmiş olanlar için işler artık iyice zor. Bunların
kendilerini “solcu” diye pazarlayarak siyasette yer tutmaya çalışmaları ise,
bir hastalık hali.
*
Bir sağa bir sola dönüp her karşısında
gördüğüne tükürük saça saça ‘faşist’
diye bağıranların, Türk ulusuna karşı ilkel bir nefretle hareket ettikleri ayan
beyan ortaya çıktı. Bunların başında Ermeni soykırım- yalanı militanları ile PKK’sı
YPG’si ile ABD-askeri oldukları artık dünyaya malum olan paralı bölücüler
geliyor. Bunların kendilerini “sol” diye pazarlayanları, kendilerine özgürlükçü demokrat diyorlar.
Sağ-dinci gibi görünenlerin toplu bir
adları var mı bilmiyorum; ikide bir ‘kavmiyetçilik
değil ümmetçilik’ diyenler bu kefedeler. Sözleri farklı görünebilir, ama
kaynakları aynı, Türk ulusundan hazzetmeme ve ona düşmanlık hali…
*
Özgürlükçü demokratlar, bir önceki
aşamanın ‘sosyal demokrasi’
çizgisinden türemeler. Kurtuluş Savaşı zamanında İstanbul’dan ses verip Batı’ya
boyun eğmeli çağrısı yapan sosyal demokrasi, 1970’li yıllarda şahlanmıştı. Atatürkçü/Kemalist
kurumlara yerleşip, 1990’lı yıllarda ‘aslı
CHP’dir’ görüntüsü altında SHP adıyla “tepe”lere tırmanmış, CHP yasakların
içinden çıkıp ikinci kez kurulunca alaşağı olmuştu.
Sosyal
demokratlar, yirmi yıl sonra CHP’nin içinden bir kez
daha tepeye yürümeye başladıklarında ise, 35. Kurultay Bildirisi’nde reddedildiler.
Bildiri’de deniyordu ki, sosyal demokrasi dört devrimden üçüncüsü
idi; şimdi dördüncü devrimi yapıyoruz, özgürlükçü demokrasiye geçiyoruz!
(Hatırlamayanlar için not: Dört devrimden birincisi kurtuluş savaşımız,
ikincisi çok-partili sisteme geçiş, üçüncüsü ülkeye sosyal demokrasiyi
getirmek, dördüncüsü özgürlükçü demokrasiye geçmek imiş.) O tarihte bir kısım
sosyal demokrat, çoktan “dördüncü devrim”
elemanı olmuşlardı. Olmayanlar ise aldırış etmediler. Türk ulusuna duyulan
nefrete yastık olmaya devam ettiler.
Sosyal demokrasinin sosyalist enternasyonali, uzun zamandır Türk ulusuna ve Türkiye’ye
açıkça karşı bir konumdaydı; en son Afrin Zeytin Dalı’nı karaladı. Orada CHP
adına yönetici olan Umut Oran artık
dayanamadı, kendisinden çoktan yapması beklenen doğru işi yaptı ve istifa etti.
Tony Blair’li yıllardan beri belli
olan bir gerçeğin altı iyice çizildi ki, sosyal demokrasi Atlantik Rejimi’nin
yani emperyalizmin “sol”undan başka bir şey değildir. İkibinli yılların
başlarındaki adıyla Kemal Derviş ‘sol’u.
Sosyal demokrasi, özgürlükçü demokrasi
gericiliğinin, artık yetersiz görülen, geçmişte kalmış versiyonu. Günümüzde, nefes
alabilmek için bile “özgürlükçü
demokrat”ların himmetine muhtaç olan bir yokluk.
*
Bu iki ‘demokrat’ kanat, doğal olarak,
‘Atlantik demokratları’yla birlikte yürüyorlar. Bunlar, Türkiye’nin açıkça
karşı karşıya geldiği Atlantik Rejimi’nin sürüp giden saltanatına yalnızca
ülkemizde ve bölgemizde değil giderek tüm dünyada son verecek hamlelerin önünde
bent olma gayretindeler. Türkiye’nin Rusya, İran, Irak, Suriye ile işbirliğine,
özellikle de Rusya ile birlikte hareket etmesine karşı çıkışları, görene parmak
ısırtıyor. Bunun son örneğini televizyon ekranından, Doğu Perinçek ile tartışmaya giren Öztürk Yılmaz verdi. Dünyanın Atlantik Rejimine karşı büyük
dayanışmasını ve başarı yolunu temsil eden Rusya
ile ittifakı ‘taşeronluk’ diye
yaftaladı; böylece Atlantik Rejimine herkesin gözü önünde selama durdu.
*
Bu manzaraya göre bugünlerde özgürlükçü ve
sosyal demokratlık, etnik özgürlükçülük ve Atlantik militanlığı anlamına
geliyor. Ortadaki durum, “sapma” ötesi. Kendilerine ‘solcu’ dediklerine
bakılırsa, kendi karşıtına dönüşme durumu. Ya da, kendi ulusuna karşı
emperyalizmin yanında olma haline bakılırsa, solculuk, üstlerinden çekip
almamızı bekleyen bir örtü.
[BAG, Aydınlık, 28 Ocak 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder