Yeni-sağcılık ya da neo-liberalizm denen
siyasetin yerinde yeller esiyor. Felsefelerini ve zihniyetlerini ortalığa saçıp
çektiler gittiler. Zamanında da dikkat çekiciydi, ne kadar çok “rapor”
hazırlamışlardı. Söylenmeleri birbirinden zor, anlamları kendilerinden menkul şeffaflık, hesapverebilirlik, katılımcılık,
toplam kalitecilik, yönetişimcilik…
Bugünlerde öyle anlaşılıyor ki, ilgi
çekici birşeyler söyleyip yapmak peşinde olan bazıları, bir yerlerden ele
geçirdikleri bu raporları kullanıp laf söyleme, iş yapma gayretindeler. Kendilerine
başkanlık rejiminin yönetim modelini hazırlama görevi de verilmiş ki, bunun
altından kalkmak için Dünya Bankası’nın, OECD’nin kendilerince bile unutulmuş
raporların tozlarını kaldırıyorlar.
*
Bir zamanların küreselleşmecileri, Batı
dillerinden çevirme, ‘yönetişim’
gibi tuhaf yönetim ilkeleriyle devletleri tasfiye edip yerine piyasa gurularını
yerleştirmek için uğraşmışlardı.
Bunlara göre merkeziyetçilik ilkesi
çağ-dışı, en iyi ilke ise ademi merkeziyetçilik idi. Bizim gibi zengin
deneyimlere sahip bir memlekette hatırlanmaması olanaksız. Bu yeni bir şey
değil, parçalayıp asit gibi eritici olduğu için yüz yıl önce reddettiğimiz
Prens Sabahattincilik! Ademi merkeziyetçilik asidi o zaman ‘teşebbüs-i şahsi’ hürriyetçiliğiyle pazarlanmıştı, yüz yıl sonra yerel çoklukların hürriyetçiliği diye
satılmaya çalışıldı. Yüz yıl önce olduğu gibi, dün de reddettik. Herkesin çok
iyi bildiği gibi, bu kararlı reddi gören ademi merkeziyetçiler, hendek kazmaya
koyuldular. Ademi merkeziyetçiliğin, memleket toprakları üzerindeki belirişi
olan bölgesel özerklik, yerel özerklik, vb. baskılar, hendeklere gömüldü.
Şimdilik işin bu tarafından bastıran bir
tehdit yok.
*
Ademi merkeziyetçilik adlı tehdit, şimdi
yerelden değil merkezin ta kendisinden nüksedebilir.
Başkanlık rejiminin kamu yönetimi, yani
devlet yapısı, küreselcilik artığı neo-liberal raporların da yardımıyla, adem-i
merkeziyetçiliğe sürüklenebilir.
*
Hamarat, iş-gören, daha kurumsal laflarla
etkili ve verimli bir yönetim yapısı yaratacağız lafları eşliğinde, geleneksel
olarak var olan tek devlet tüzelkişiliği
ortadan kaldırılmak istenebilir. Bu yolda, her bakanlığı ve her valiliği ve her
kaymakamlığı, devlet bütününün hukuksal parçası olmaktan çıkarmaya, bunların
her birine kendine ait ayrı tüzelkişilik vermeye kalkışanlar olabilir. “Kamu yönetimi kurumlarının kendileri
özerkleştirilsin; ancak böylece demokratikleşebiliriz” diye fetva veren
‘demokrasici’ler ortalığı kaplayabilir.
Böyle bir siyasetin somut anlamı özetle
şudur:
Hukukta idari – adli ayırımı ortadan
kalkar; adli hukuk tek kalır; devlet işlemleri de buna tabi olur. Yani, idare
sözleşmeleri gibi idareyi/devleti piyasa karşısında daha korunaklı hale getiren
devlet hizmeti anlayışı ortadan kalkar. Devletin, her işte tam bir piyasa özel
kişisi gibi davranması kuralı benimsenmiş olur. Bir anlamda, devletin bir bütün
olarak özel sektörleşmesi….
Devletin merkezi olarak kurumları üzerinde
ademi merkezileştirme, yani kurumları özerkleştirme, ortaya çıkaracağı
tek-yönetim ve büyük-eşgüdüm sorunları nedeniyle, toprak üzerinde
özerkleştirmeleri adeta kendiliğinden çağırır. Yani, pekçok bedelle üzerleri
örtülmüş olan hendeklerin üzerleri açılır. Başkanlık rejiminin çelikten
demirden sağlam yönetimini kuruyoruz diyenler, Türkiye’yi kendi elleriyle Prens
Sabahattinci asit kuyusuna atmış olurlar.
*
Kamu yönetimi, devletin ta kendisi
demektir.
Başkanlık rejiminin yönetim yapısını
kurmak adına çalışanlara hatırlatırız.
[BAG, Aydınlık, 10 Ocak 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder