Taşeron işçiler kadroya alınacak. Güzel
haber.
Mesele şu ki, taşeronlaşmayı büyük
kurtuluş görüp yaygınlaştıranlarla şimdi taşeronluğa karşı önlemler almakla ve
önlemler alınmasını savunmakla övünenler aynı çevreler.
Dün taşeronlaşmanın büyük çözüm olduğunu
savunanlar adeta hem büyük teorisyen,
hem dünyayı en iyi anlayan analist,
hem de birer uygulama militanı
idiler.
O zamanlar, bunun her anlamda yıkım
olacağını söyleyenler, içlerinde kendim de olduğum için çok canlı biçimde
hatırlıyorum, biz, ne berbat insanlardık!
Ne dünyayı anlıyorduk, ne yenilikleri benimseyebiliyorduk! Biz, taşeronlaşmaya
karşı yönetim bilimi açısından eleştiri yapanlar güya akademiktik! Yok canım, ne akademiği, bunlar –biz, ideolojik körlük yaşayan dinazorlardan ibarettik! Her
yeniliğe karşı çıkan! Hep “olmaz”
diyen! Yeni şeylere olumlu yaklaşmasını hiç bilmeyen işe yaramazlar!
*
Taşeronlaştırma, özelleştirme
politikasının buluşuydu.
Eğer kamu malını satabiliyorsan, en iyisi
buydu. Yok, satamıyorsan “hizmet
gördürme usulü” ile yürümeliydin. Buna frenk teorisinde “işlem maliyeti”nden kazanmak
diyorlardı.
Ne cafcaflı laflardı!
*
Devlet büyüktü; hantaldı; pahalı iş
görüyordu. Sen eğer devlet içinde görülen işlerin her birini birbirinden
ayırırsan, her işlemi piyasa ölçüsü “para” ile ifade eder hale gelirdin. Bu
yolla her kamu hizmeti piyasada görülebilen iş haline gelirdi. Bu ifade, işte
bu “işlem maliyeti” ifadesi var ya, işlemleri
bir kez parayla ölçülür hale getirirsen her şey tamamdı. En az girdi ile çok
çıktı elde etmek, verimlilik….
Hem yalnızca o da değil. Bu, aynı zamanda ucuzluk demekti. Kamu hizmetlerini
parçala, ihale et, şirketler onun için rekabet etsin, fiyatlar düşecek! Kamu
hizmetini alan kişi başka ne ile ilgilenir ki! Onun için bütün mesele işinin
görülmesi değil mi? Hem işi görülsün, hem de hızlı ve ucuz olsun, herkes bunu beklemiyor muydu?
Derken kamu hizmetleri “işler”e bölündü.
Kamu kurumunun güvenliği mi? Özel güvenlik
şirketleri kuruldu. Yemekhane mi? Ya şirketlere ihale edildi ya da memurlara
kupon verildi; ‘git istediğin lokantadan
ye!’ Bu, özgürleşmenin ta kendisi değil miydi? İşte sana ‘seçme özgürlüğü’!
Laboratuvar hizmetleriyle uğraşmanın ne
anlamı var? Kamu kurumu, devlet, asli görevlerini yapsın, böyle hamaliye
işlerle özel şirketler uğraşsın! Sonra, cezaevlerini neden devlet yönetiyordu
ki! Buraları özelleştirmek en iyisiydi. Topluca olmuyorsa cezaevlerinin çeşitli
işlerini ihaleyle gördürmek en iyisiydi. Hatta vergi toplama işini 657’lik memur
eliyle görmek de ne oluyordu! Eskiler mültezim sistemini boşuna mı bulmuşlar?
Hele belediyeler, hele belediyeler! Mümkün
olsa da, belediye içindeki işleri “hizmet
gördürme yolu” denen ihale sistemine parça parça devretmek yerine,
belediyeleri beş yılda bir sandığa değil ihaleye sokabilseydik!
Bu sözleri hatırlamıyor olmazsınız!
*
Bizim itirazlarımız çok fazla değildi. Diyorduk
ki, bu model:
Birincisi, iş-güvencesini bitirir. Sendikal
örgütlenmeyi yok eder. Ücretleri düşürür.
İkincisi, bu yol kamu bütçesine yük
bindirir. Şirket kârları ek maliyettir. Şirketlerin kâr baskısı yüzünden kamu
kaynakları haksız kazanç kanallarında heba olur.
Üçüncüsü, bu model kamu yönetimi ile halk
arasında şirketleri sokar; demokratik yönetim olanakları felç olur; idare yolsuzluklar
eşliğinde feodalleşir.
Dördüncüsü, piyasa fiyatıyla ödeme
yapamayacak olan toplum kesimi hizmete erişemez olur; toplumsal bölüşüm ve
adalet perişan olur.
İşte, bunlara benzer şeyler… Demişlerdi ki
“soyut konuşuyorsunuz”!
*
Şimdi ‘itiraz
edenler haklı çıktı’ diyen yok. Zaten bu alicenaplığı beklediğimiz de yok.
Ama şunu bekliyoruz; desinler ki: “yanlış
yapmışız, yanlış görmüşüz”!
Bunu söylemelerini beklemeli ve
istemeliyiz. Çünkü bu hesaplaşma yapılmazsa, buna benzer yanlışların yine
yapılmasını önlemek mümkün olmayacak.
Küreselci neo-liberalizmden çok zarar
gördük; hiç olmazsa ders almış olalım.
[BAG, Aydınlık, 7 Ocak 2018]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder