24 Kasım 2015 Salı günü, Türkiye’nin Suriye sınırında bir
Rus uçağını düşürdüğü haberiyle uyandık. Bizim hükümet yetkilileri “sınır ihlali yaptı, uyardık, dinlemedi;
egemenliğimizi koruruz, düşürdük” açıklaması yaptı. Rus hükümeti
yetkilileri “sınır ihlali yok, uyarı da
almadık” dedi. Ve bizler hep birlikte tv ekranlarının rehberliğinde radar iz
haritaları okumayı öğrenmeye başladık.
Şimdi, üzerinden on gün geçtikten sonra, özel harita
okuma yeteneklerimizi geliştirmek zorunda olmadığımız ortaya çıktı. Manzaraya
bakmak yetiyor.
*
On
gün içinde, Doğu Akdeniz sahilinde savaş fuarı kuruldu. Akdeniz uçak gemileriyle, fırkateynler, destroyerler,
elektronik harp gemileri, istihbarat gemileri, denizaltılarla dolup taştı.
Atlantik ittifakının üye ülkeleri parlamentolarını toplayıp Suriye tezkereleri
geçirdiler. Meclisleri bu tezkereleri görüşürken, İngiltere’de olduğu gibi,
kapı önündeki protesto gösterilerini duymazdan geldiler, savaş tezkeresini
223’e karşı 397 oyla kabul ettiler. İngiliz Başbakanı tezkereyi “İŞİD’i Suriye’de tutmak, İngiltere’yi
güvende tutacak” diyerek istedi. Batı dünyası “daha iddialı bir Rusya’ya karşı, müttefikimiz Türkiye’yi
desteklemeliyiz” diye açıklamalar yaptı. İŞİD meselesi, bir anda Türkiye –
Rusya meselesi oldu.
Manzara dalgasını geçercesine şunu söylüyor: Siz hala anlamadınız mı? Mesele İŞİD değil!
Yoksa mesele gerçekten başından beri İŞİD vs. değil miydi?
*
Gerçekten,
şu İŞİD nedir ki? Çeşitli raporlara göre silahlı insan mevcudu 8 – 15 bin
arasında olan bir terör örgütü. Bu elemanların neredeyse yüzde 80’i Irak ve
Suriye dışından toplama. Örneğin 3500’ü Tunus’tan, 2500’ü Suudi Arabistan’dan,
1300’ü Almanya’dan, 681’i ABD’den, 513’ü İngiltere’den, vb… Bu örgütün kendi
“yıllık raporu”na göre 887 roketatarı, 359 havantopu, 20 keskin nişancı tüfeği,
633 tabancası var. Uçakları, gemileri ve denizaltıları yok. Silah, patlayıcı, mühimmat
üreten fabrikaları da yok. Yaptığı eylemlerin dökümüne bakılırsa, dörtbin
civarındaki eyleminden 18’i intihar saldırısı, geriye kalanlar patlayıcıyla
saldırı. Öyle sanıldığı gibi, kendini patlatacak kadar yaşamından vaz geçmiş
yüzlerce militana sahip de değil.
Bu tuhaf gücün karşısındaki Atlantik ittifakı üyesi
onlarca dev ve cüce ülkeler dünyası ise, sanki her biri birer yeni yetme
devlet! Bu örgüte kendi yurttaşlarından katılım olmasını önleyememişler. Dünyanın
en büyük silah ve patlayıcı üreticileri olan bu devletlerin, kendi ülkelerinden
İŞİD’e satılan ya da gönderilen silahlardan hiç haberleri olmamış. Silah
ticaretinde kendilerinin zinhar payları olmamış gibi, tuhaf İŞİD karşısında
daha da tuhaf bir havadalar.
*
Bütün
bu olup bitenler ikibinli yılların başlarında yaşananlara benziyor. 2001’de ABD’de “ikiz kuleler patlaması” yaşanmıştı. Hemen
ardından 1990 Körfez Krizi bırakıldığı yerden alındı, Irak “El Kaide’yi himaye eden ve tehlikeli
silahlar üreten kötü ülke” ilan edildi, sonra olanlar malum. Irak, şimdi Türkiye
ve Suriye için kurulan Uluslararası Savaş Koalisyonu benzeri bir yapı
tarafından işgal edilip Saddam Hüseyin ipe çekilirken, 600 bin ile 1 milyon
arasında Iraklı yaşamını yitirdi, milyonlarca kişi yerinden yurdundan edildi.
El Garib işkencehanesi, fotoğraf arşivlerinin utancı oldu. Irak işgalinin
ardından “orada El Kaide korunuyor”
iddiası da, “berbat silahların üretimi
yapılıyor” lafları da boş çıktı. Bu kanlı savaşın bayraktarı İngiliz
Başbakanı Tony Blair, vicdanını yüzlerce sayfalık kitabında temizlemeye
çalıştı, olmadı. Öyle anlaşılıyor ki yazdığı o kitap, şimdiki İngiliz Başbakanı
için ders niteliği de taşımıyor.
*
Egemenliğimiz
elbette ödünsüz bir biçimde korunmalı. Ne
var ki, bütün bu gelişmelere ve Atlantiklilerin açıklamalarına bakınca, Rus
uçağının düşürülmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin egemenlik hakkımız
çerçevesinde gösterdiği bir tavırdan çok, NATO
üyesi TSK’nın bir hareketi gibi görünüyor. Bu, hem ülkemiz hem de
komşularımız adına büyük bir üzüntü duymamıza neden oluyor.
[BAG, Aydınlık Gazetesi, 6 Aralık 2015 Pazar]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder