Devletin baş makamıyla ilgili olarak kucağımıza beş terim düştü.
Biri, cumhurbaşkanlığını görev ve yetkileri bakımından icracı kılan güçlü cumhurbaşkanlığı idi. İkincisi, cumhurbaşkanlığını sandıktan çıkaran seçimli cumhurbaşkanlığı, üçüncüsü ise bu makamı siyasal parti mensubu kılmak anlamına gelen partili cumhurbaşkanlığı terimleri oldu.
Diğer iki terim, cumhurbaşkanlığı unvanını silip yerine başkanlık unvanını yerleştirdi. Karşımıza partili başkanlık ve başkanlık rejimi terimleri çıktı.
*
Güçlü cumhurbaşkanlığı 1982’de ortaya çıktı.
Seçimli cumhurbaşkanı kuralı 2007’de getirildi. O tarihe kadar cumhurbaşkanı TBMM üyeleri tarafından seçiliyordu. Anayasada değişiklik yapıldı, 11. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilecek dendi. 2014’te ilk sandık kuruldu.
Partili cumhurbaşkanlığı sözü 2016’da ortaya çıktı. Bunun için anayasada bir cümleyi değiştirmek gerekiyor: 101. Maddedeki ‘cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir’ cümlesinin toptan silinmesi ya da sondaki ‘kesilir’ sözcüğünün ‘kesilmez’ biçiminde değiştirilmesi. Ya sonrası? Böyle bir değişiklik son nokta olur mu? Terimin mucitleri bu konuda suskunlar.
*
Partili başkanlık sözünün kendisi çok yerleşmediyse de içeriği ayrıntılı hale geldi. Bunun anlamı, memleketin tepesindeki “kuvvetler”in, yani yasama – yürütme – yargı organlarının kendilerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin değişmesidir. Somut sonuçları neler olacak dersek, bunun için AKP’nin Kasım 2012’de TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonuna resmi olarak teslim ettiği öneri metnine bakmak yeter.
Partili başkanlık, en başta, başbakanlık ve bakanlar kurulunun (hükümetin) ortadan kaldırılması demek.
Hükümet ortadan kalktığı için, bakanlıklar dahil, tüm kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevzuat başkan tarafından yapılacak. Şimdi bakan, başbakan, cumhurbaşkanının üçlü imzasıyla atanan bütün devlet üst yöneticileri, tek imzayla, doğrudan başkan tarafından atanacak. Dolayısıyla bu değişiklik şimdi “yürütme organı” olan hükümete bağlı tüm kamu bürokrasisinin kuruluş ve işleyişini de etkileyecek.
Bu durumda elbette yasama organının çalışması da farklılaşacak. TBMM yasa yapar. Bu görev, asıl olarak hükümetten gelen yasa “tasarısı”yla başlar. Yasa yaparken şimdi pek ender iş gören milletvekili yasa “teklifi” yöntemi, o zaman TBMM’nin tek yasa yapma yolu olacak. Buna karşılık başkan, “başkanlık kararnameleri” çıkaracak. Hükümet olmayacağı için, TBMM’nin hükümeti denetlemesi, güvenoyu vermesi, gensoru yoluyla bakanları denetlemesi, vb.. yetkileri de ortadan kalkmış olacak.
Yargı organında en üst makamlar, en iyi olasılıkla, başkan ile TBMM arasında yarı yarıya paylaşılarak belirlenecek.
Elbette seçim sisteminin sil baştan belirlenmesi gibi köklü değişikliklere gidilmesi gibi sonuçları da olacak.
*
Başkanlık rejimi sözü, önceki adımlar çerçevesinde yapılmış olanlara, memleket yönetiminin değiştirilmesini eklemek demektir. Memleket yönetiminde, yani taşrada il-ilçe sistemi yerine bölgesel ya da yerel özerklik, eyalet, federasyon düzeni kurmak…
Öyle olmasına karşın, AKP yetkilileri ısrarla, düşündükleri başkanlık rejiminin üniter devletle birlikte olacağını söylemeye devam ediyorlar. Ne var ki, AKP’nin çeşitli metinlerinde yer alan “ademi merkeziyetçiliğin yerleştirilmesi” sözleri, bu konudaki samimiyetlerini sorgulamayı zorunlu kılıyor. İsmail Kahraman’ın taslağında idarenin bütünlüğü ilkesinin silinmiş olduğunu da akla getirirsek, söylenene inanma olanağı kalmıyor.
*
Başkanlık parçası ve adımları bunlar. Bunları net görmeli, iyi anlamalıyız. Ama bunun bir yanında Türk Milletinin egemenlik hakkının yok edilmesi, böylece laiklik ilkesinden vazgeçilmesi var; asıl bu bütünü görmeyi hiç ihmal etmemeliyiz. Yeni-anayasa Saldırılarına Geçit Yok!
(BAG, Yeni Adana Gazetesi, 30 Mayıs 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder