Bundan 36 yıl önce uygulamaya girmişti. Üç yıl uygulandı. Başlangıcı 12 Eylül 1980 idi, hukuken 3 Kasım 1983´te bitmişti.
Genel olarak askeri darbe dönemi diye bilinen bu zaman diliminde Cumhurbaşkanlığı da ortadan kaldırılmış, bu makamın adı Devlet Başkanlığı diye değiştirilmişti.
Zamanın Devlet Başkanı Kenan Evren idi. Yeni anayasa 1982´de kabul edilip bir yıl sonra 1983´te ilk genel seçim yapılınca, Devlet Başkanlığı kaldırıldı. Cumhurbaşkanlığı geri geldi. Kenan Evren, anayasaya koyulan bir hükümle 1989 yılına kadar koltukta "Cumhurbaşkanı" olarak oturdu.
O dönemde siyasal partiler kapatılmıştı. Seçim yoktu. TBMM de kapatılmıştı, yerine Danışma Meclisi kurulmuştu. Üyeler yine illeri temsilen gelmişti, ama gelişleri valiliklerin gösterdiği adaylar arasından Milli Güvenlik Konseyi tarafından yapılmıştı. Elbette bakanlar da seçimle değil, atamayla belirlenmişti. Başbakan da öyle. Bakanlar Kurulu vardı; ama işlerini Devlet Başkanı ve onun başkanlığındaki MGK´nın emirlerine göre yürütüyordu. Başka bir deyişle hükümet genel siyasetin sorumluluğunu yüklenmiş bir yapı olmaktan uzaktı. Genel siyaset Devlet Başkanlığınca belirleniyordu. Ama elbette bu makamı sorumlu tutabilecek hiçbir kurum yoktu. Seçimlerin olmadığı ortamda, halk denetimi de söz konusu değildi.
Bakanlıkların yapısına, üst düzey kamu yöneticilerinin atanmasına ve görevden alınmalarına, memurlukların kaderine, belediye başkanları ve meclis üyelerine, vb. herşeye Devlet Başkanlığı karar veriyordu.
Devletin üniter yapısı korunmuştu. Dolayısıyla bu irade, merkezden çevrenin en küçük birimi köy ve mahallelere kadar yayılmıştı.
O dönemde ilginç ve mutlaka anlamının ne olduğunu açığa çıkarmamız gereken bir "kanun hükmünde kararname" yayımlandı. 1983 yılında, 24 Haziran 1983'te, Türkiye bölgelere ayrıldı. Sekiz bölge kuruldu ve başlarında "bölge valileri" olması öngörüldü. Anlaşılan Devlet Başkanlığı´nın otoritesini taşraya dağıtmak ihtiyacı duyulmuştu. İlginç oldu; zamanın mutlak iktidarının gücü bile bunu yapmaya yetmedi. İlk seçimler yapılır yapılmaz, 71 numaralı karar iptal edilip tarih oldu.
Şimdi AKP çevresinin dile getirdiği "Başkanlık Sistemi", mekanizmaları bakımından 1980-1983 Devlet Başkanlığı kurumlaşmasını andırıyor. Bu sefer siyasi partiler ve seçimler var; hatta kendisi seçimle gelen başkanın kendisi bile partili olacak. Bu sefer TBMM de yerli yerinde; seçimle geliyor. Farklılıklar bariz.
Ama benzerlikler pek çok. AKP´nin başkanlık rejiminde Başbakan, Bakanlar Kurulu "adı var kendi yok" değil, gerçekten yok; eski deyişle "ilga", yok ediliyor. Bakanlıklar tümüyle Başkan´ın emrine giriyor. Hükümet yok oluyor ve Başkan hükümet haline dönüşüyor. Bu kadar değil. Başkan "yasamsı" kararnamelerle adeta "kanun yapma gücü"ne sahip kılınıyor. TBMM´nin alanına el atmış oluyor. Dahası, yargının en üst görevlilerini, yüksek mahkeme üyelerinin yarısı doğrudan Başkan atıyor. Böylece "partili başkan", yargının siyasallaştırılmasında baş rolü oynuyor.
Bütün bunlar, AKP´nin Kasım 2012´de TBMM´de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonuna resmi olarak teslim ettiği anayasa önerisinde yazıyor.
AKP´liler, "bizim modelimizde özerklik-eyalet yok" diyorlar. Demek ki biz de "o halde sizin model devlet başkanlığı modeli mi?" diye sorabiliriz. Biz o modeli tanıyoruz. Dünya alem biliyor, biz o modelden hiç hoşlanmadık.
AKP´liler "hayır, devlet başkanlığı değil, başkanlık modeli bizimki" diye itiraz ediyorlarsa, o zaman kaçacak yerleri yok; illa ki açıklamak zorundalar: 12 Eylül Devlet Başkanlığı döneminde bile "bölgesel valilik" kılıklı özerklik-eyalet modeli zorlamalarınız nerelerde saklı?
Özet şu: Devlet Başkanlığı diktatörlüktür. Başkanlık özerkçilik-eyaletçiliktir. AKP´nin yeni rejim modeli hangisidir?
Yeni-Anayasaya Gerek Yok!
Genel olarak askeri darbe dönemi diye bilinen bu zaman diliminde Cumhurbaşkanlığı da ortadan kaldırılmış, bu makamın adı Devlet Başkanlığı diye değiştirilmişti.
Zamanın Devlet Başkanı Kenan Evren idi. Yeni anayasa 1982´de kabul edilip bir yıl sonra 1983´te ilk genel seçim yapılınca, Devlet Başkanlığı kaldırıldı. Cumhurbaşkanlığı geri geldi. Kenan Evren, anayasaya koyulan bir hükümle 1989 yılına kadar koltukta "Cumhurbaşkanı" olarak oturdu.
*
O dönemde siyasal partiler kapatılmıştı. Seçim yoktu. TBMM de kapatılmıştı, yerine Danışma Meclisi kurulmuştu. Üyeler yine illeri temsilen gelmişti, ama gelişleri valiliklerin gösterdiği adaylar arasından Milli Güvenlik Konseyi tarafından yapılmıştı. Elbette bakanlar da seçimle değil, atamayla belirlenmişti. Başbakan da öyle. Bakanlar Kurulu vardı; ama işlerini Devlet Başkanı ve onun başkanlığındaki MGK´nın emirlerine göre yürütüyordu. Başka bir deyişle hükümet genel siyasetin sorumluluğunu yüklenmiş bir yapı olmaktan uzaktı. Genel siyaset Devlet Başkanlığınca belirleniyordu. Ama elbette bu makamı sorumlu tutabilecek hiçbir kurum yoktu. Seçimlerin olmadığı ortamda, halk denetimi de söz konusu değildi.
Bakanlıkların yapısına, üst düzey kamu yöneticilerinin atanmasına ve görevden alınmalarına, memurlukların kaderine, belediye başkanları ve meclis üyelerine, vb. herşeye Devlet Başkanlığı karar veriyordu.
Devletin üniter yapısı korunmuştu. Dolayısıyla bu irade, merkezden çevrenin en küçük birimi köy ve mahallelere kadar yayılmıştı.
O dönemde ilginç ve mutlaka anlamının ne olduğunu açığa çıkarmamız gereken bir "kanun hükmünde kararname" yayımlandı. 1983 yılında, 24 Haziran 1983'te, Türkiye bölgelere ayrıldı. Sekiz bölge kuruldu ve başlarında "bölge valileri" olması öngörüldü. Anlaşılan Devlet Başkanlığı´nın otoritesini taşraya dağıtmak ihtiyacı duyulmuştu. İlginç oldu; zamanın mutlak iktidarının gücü bile bunu yapmaya yetmedi. İlk seçimler yapılır yapılmaz, 71 numaralı karar iptal edilip tarih oldu.
*
Şimdi AKP çevresinin dile getirdiği "Başkanlık Sistemi", mekanizmaları bakımından 1980-1983 Devlet Başkanlığı kurumlaşmasını andırıyor. Bu sefer siyasi partiler ve seçimler var; hatta kendisi seçimle gelen başkanın kendisi bile partili olacak. Bu sefer TBMM de yerli yerinde; seçimle geliyor. Farklılıklar bariz.
Ama benzerlikler pek çok. AKP´nin başkanlık rejiminde Başbakan, Bakanlar Kurulu "adı var kendi yok" değil, gerçekten yok; eski deyişle "ilga", yok ediliyor. Bakanlıklar tümüyle Başkan´ın emrine giriyor. Hükümet yok oluyor ve Başkan hükümet haline dönüşüyor. Bu kadar değil. Başkan "yasamsı" kararnamelerle adeta "kanun yapma gücü"ne sahip kılınıyor. TBMM´nin alanına el atmış oluyor. Dahası, yargının en üst görevlilerini, yüksek mahkeme üyelerinin yarısı doğrudan Başkan atıyor. Böylece "partili başkan", yargının siyasallaştırılmasında baş rolü oynuyor.
Bütün bunlar, AKP´nin Kasım 2012´de TBMM´de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonuna resmi olarak teslim ettiği anayasa önerisinde yazıyor.
*
AKP´liler, "bizim modelimizde özerklik-eyalet yok" diyorlar. Demek ki biz de "o halde sizin model devlet başkanlığı modeli mi?" diye sorabiliriz. Biz o modeli tanıyoruz. Dünya alem biliyor, biz o modelden hiç hoşlanmadık.
AKP´liler "hayır, devlet başkanlığı değil, başkanlık modeli bizimki" diye itiraz ediyorlarsa, o zaman kaçacak yerleri yok; illa ki açıklamak zorundalar: 12 Eylül Devlet Başkanlığı döneminde bile "bölgesel valilik" kılıklı özerklik-eyalet modeli zorlamalarınız nerelerde saklı?
Özet şu: Devlet Başkanlığı diktatörlüktür. Başkanlık özerkçilik-eyaletçiliktir. AKP´nin yeni rejim modeli hangisidir?
Yeni-Anayasaya Gerek Yok!
(BAG, Yeni Adana, 16 Mayıs 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder