Laiklik de, bağımsızlık da, en temelde bir özelliğe bağlı...
Egemenliğe...
Eğer, yeni-anayasada açıkça belirtilmiş olan "egemenlik Türk Milletinindir" ilkesi silinirse, tüm yıkım kapıları ardına kadar açılmış olur. Toplum "ümmet" diye tanımlanabilir hale gelir; her kişi "etniğine göre" tanımlanabilir hale gelir; her iki durumda da ortaya çıkan toplum "bağımsızlık" için birlikte hareket etme yetenekleri olmayan bir yığından ibaret olur.
Laiklik - bağımsızlık – egemenlik (Türklük) ilişkisini anlamazsak, ne laiklik korunabilir ne de bağımsızlık umudu yaşayabilir.
*
Egemenlik, elbette tepsi içinde alınıp tepsi içinde verilen bir şey değildir. Ülkemizde de İstiklal Harbi ile kazanılmış, onlarca ayaklanmaya ve dışarıdan gelen bin çeşit baskıya karşı bedeller ödenerek savunulmuştur.
Ama bir kez ele geçirildiğinde, egemenlik, hukuksal bir varlığa dönüşür. Çağımızda, anayasa denen belgeye yazılır. Bunu yalnızca iç toplum değil, aynı zamanda dış toplum, yani diğer devletler de kabul edip tanır. İşte bu hukuksal özelliğiyle egemenlik, üzerinde “işlem” yapılabilen bir duruma dönüşür.
*
Nitekim öyle oldu.
Birileri yıllarca “madem AB üyesi olmak istiyoruz, o zaman egemenlik devrini yapmayı kabul edeceğiz” dediler. Bu tartışmalarda egemenlik hakkının Türk Milletine ait olduğunu ilan eden 6. Maddeyi bile “sorun” sayanlar oldu. Nitekim, 1995 ve 2001 yıllarındaki denemeler, 2004 yılında sonuçlandı. Anayasa’nın 90. Maddesine ek cümle eklendi, uluslararası hukuku ulusal hukuktan üstün saymaya kapı aralandı.
Birileri de “dünya küreselleşti, ulus-devletler egemenliği paylaşmak ve gerekirse bu yetkiden vazgeçmek zorundadırlar” diye binlerce sayfa yazı ürettiler. Hiç de zorunluluk olmadığı halde, yabancı yatırımı yerli yatırım ile “aynı” kabul etmek, bu yazıların uygulamaya dökülmesi anlamına geldi. Yabancılara karşılıklılık esası olmadan toprak satışı yapabilmek, ulusal mahkemelerin yanına uluslararası tahkimi eklemek, çok-taraflı serbest mal ticareti GATT, çok-taraflı serbest hizmet ticareti GATS adlı anlaşmaları, hata Dünya Ticaret Örgütü’nün tartışmalı kararlarını mutlak sayıp iç hukuku buna göre ayarlamak da öyle… NATO gibi kurumları “üyelikle ortaklık”tan daha fazlası sananlar, Venedik Komisyonu gibi tavsiyeci kuruluşları komuta merkezi gibi göstermeye çalışanlar, Türkiye’yi AB uydusu ve ABD’nin 51. Eyaleti sayma hevesiyle yanıp tutuştular.
AB-severler ve küreselciler, Türkiye’nin ihtiyaçlarını ve gerçeklerini çok kolay ezdiler. Egemenliğin devri gibi her birimizin bugününü ve geleceğini doğrudan belirleyen bir konuyu “kaçınılmaz zorunluluklar karşısında akılcılık” diye sattılar.
*
Şimdi AB, kendi varlığı tartışmalı bir proje. Küreselcilik ise, işgaller ve göçmenlik trajedileriyle herkesin gözleri önünde battı. Enkaz, Atlantik Okyanusu’nun iki yanı arasında TTIP, Pasifik Okyanusu’nun iki yakası arasında TPP adlı bölgesel anlaşmalarla kaldırılmaya çalışılıyor. Bizim elimizde kalan, “egemenlik hak ve yetkisi devredilebilir” düşüncesinin tortusu oldu.
Bu tortu, yani AB’ci ve küreselcilerin yarattığı ruh bozukluğu, ihvani ümmetçiyle bölücü etnikçinin işine yaradı. Her ikisi de egemenliğin sahibi Türk ulusunu “tek-tipçi, ırkçı, kavmiyetçi” ilan etti. İkisi de biliyor ki, Türk Milleti’ni egemenlik tahtından etmedikçe, toplumu “ümmet” olarak tanımlayamaz ve “etniklere statü” kopardığı yamalı bir bohçaya dönüştüremez.
Eğer bunların yıkım amaçlarını önlemek istiyorsak, tutunacağımız yer “Türk Milleti’nin egemenlik hakkı”dır. Laiklik de tam bağımsızlık da ancak bu temel varsa savunulabilir ve kurtarılabilir.
Laikliğin de bağımsızlığın da olmazsa olmaz koşulu, ulusal egemenlik ilkesidir.
Yeni-anayasaya geçit yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder