Elimizde 2002, 2007, 2011 ve 2015 seçim bildirgeleri var.
Bunlara bakarak AKP’nin yeni anayasa tasarımı bakımından nasıl bir çizgi
sergilediğini tanımlamaya çalışsak, ortaya nasıl bir manzara çıkar?
*
2002 seçim bildirgesinde bir ‘yeni bir anayasa’ sözü gerçekten de var. O tarihte bu hedef ultra-liberal bir nitelik taşıyor. Buna
göre anayasa bireyle devlet arasında bir toplum sözleşmesi. Bireye İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki hakları
verecek; bireyi devlet ile örgütlü
güçler karşısında koruyacak bir sözleşme. Kısa, açık, öz yazılacak. Yasama,
yürütme, yargı organları arasındaki ilişkileri açık şekilde belirleyecek.
Referandum kurumuyla temsili demokrasiyi katılımcı kılacak... Hepsi bu kadar.
*
2007 seçim bildirgesi 2002’deki paragrafı korumakla
birlikte, cümlelere yapılan dokunmalar, önceki ultra-liberal görüntüyü ortadan
kaldırıyor. Yeni anayasanın “sivil uzlaşma” ürünü olması, AKP sözlüğüne bu
bildirgeyle girmiş. Bu işin en geniş toplumsal uzlaşmayla yapılması gerektiği
eklenmiş. Ama bunlardan daha önemli olan öyle iki ekleme var ki, okuyanı
şaşkınlığa sürüklüyor. Cümlelerden biri aynen şöyle: “Yeni anayasa, Cumhuriyetimizin
değiştirilemez temel nitelikleri olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti
ilkelerini tam olarak hayata geçirmeli,….” Diğer cümleyse yine aynen şu
hedefleri gösteriyor: “…. yasama, yürütme
ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler parlamenter
sistem esas alınarak açık, net ve anlaşılabilir bir şekilde belirlenmeli; bu çerçevede Cumhurbaşkanının konumu ve
yetkileri yeniden tanımlanmalı;….” Yani AKP 2007’de parlamenter hükümet
sistemini benimsediğini, cumhurbaşkanını da buna göre sınırlandırmayı
hedeflediğini söylüyor.
*
2011 seçim bildirgesi, ileri demokrasi sloganlı. Yeni anayasa konusu iki katına çıkmış.
2007 bildirgesinde yer alan ‘Cumhuriyetin niteliklerinin korunması’ hedefi de,
‘parlamenter sistemin esas alınması’ sözleri yok. Sivil anayasa ve evrensel
bildirgelere dayanmak sözleri yerini korurken, gerekçeler arasında 12 Eylül
anayasasının kötülüğü girmiş. Yeni anayasa için yeni bir sıfat ve içerik var.
Önceki iki bildirgede görülmeyen ‘çoğulcu
ve özgürlükçü yeni anayasa’ hedefi burada ortaya çıkıyor. Bunun anlamı ise
şöyle açıklanıyor: “Dışlayıcı değil
kapsayıcı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici,
bastırıcı değil özgürleştirici, aynılaştıran değil çeşitlilikte birliği
savunan…”
*
2015 seçim bildirgesi, 2011’dekini korumuş. Sivil; kapsayıcı, kucaklayıcı,
bütünleştirici, çeşitlilikte birliği savunan, çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa
hedefinden söz ediliyor. Ancak bu kez savunma, ısrarlı bir yoğunlukla ‘vesayetçi kurum ve anlayışlar sorunu’
üzerine yerleştiriliyor. 2002, 2007’de sıfır, 2011’de yalnızca iki kez anılan
vesayetçilik, 2015’te yeni anayasayı lazım kılan en temel dert olarak
sergileniyor. Vesayetçilik yalnızca
12 Eylül Anayasası’na değil Cumhuriyet anayasalarının tümüne ait ve artık
halledilmesi gereken bir sorun olarak kabul ediliyor. Ve büyük yenilik olarak
karşımıza ‘eşit vatandaşlık anlayışı’
çıkıyor: “Yeni anayasa, milletimizin
kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan, herhangi bir etnik veya dini
kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alacaktır.”
Asıl yenilik ‘başkanlık
sistemi’ ise, 2015’te yeni anayasanın ikinci temel direği oluyor.
*
Karşılaştırmadan elde edilen sonuç şöyle dile
getirilebilir: AKP’nin yeni anayasa çizgisi 2002’de bireyci klasik liberal. 2007’de parlamenterist.
2011’de toplulukçu neo-liberal. 2015’te başkanlıkçı.
Peki bu nasıl bir çizgi? Geometrik anlamda ne doğru ne de
eğri! Siyasal anlamda sürüklenişin resmi. Ya aklı kendi kafasının değil ya da
ultra-pragmatik bir şey karşımızdaki…
(BAG, Aydınlık Gazetesi, 20 Mart 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder