Son
25 yıl içinde yükselen değer “çokkültürcülük” adı verilen bir anlayış oldu. Bizim
ülkemizde ortaya çıkışı “insanlar kendi
anadillerinde şarkı söylemesinler mi?” şeklinde yaşandı diyebiliriz.
Aynı,
çözüm süreci adı verilen bir projenin “analar
ağlasın mı?” sorusu eşliğinde yükseltilişi gibi.
Çözüm
sürecinin anaların ağlamasını sona erdirmek bir yana, anaların gözyaşlarını salgın
bir hastalık gibi, hatta gelecek kuşakları da içine alarak yaygınlaştıracak bir
bataklık olduğunu, zaman yitirerek, canlı bombalarla burun buruna gelerek yaşayıp
öğrendik.
Çokkültürcülüğü
de benzeri kayıplarla öğreniyoruz. Bunun aslında anadilinde şarkı söyleme
meselesi değil, Türkiye’ye bir “Yeni
Anayasa” biçmek anlamına gelen toptancı bir siyasi proje olduğunu yaşayarak
öğreniyoruz.
*
Bu
yol başka ülkelerde de gündeme geldi. Örneğin İngiltere’de kurulan bir komisyon
2000 yılında “Çok-Etnikli Britanya’nın
Geleceği” adlı bir rapor hazırlamıştı. Rapor, insan hakları söylemi çerçevesinde hazırlandığını, mevcut toplumsal ve iktisadi eşitsizlikleri
azaltmak amacı güttüğünü iddia ederek, siyasal rejimin topluluklar ve bireyler topluluğu olarak yeniden yapılanmasını
önermişti. Rapora göre “ırkçılık
biçimleri çok”tu; “yeni ırkçılık
biçimleri doğmuş”tu; bunların saptanması ve ortadan kaldırılması
gerekiyordu. Raporun sahiplerinden biri olan Tarıq Modood, Çokkültürcülük –Bir
Yurttaşlık Tasarımı başlıklı kitabında şöyle diyor:
“[Rapor] Liberal
bir yurttaşlık anlayışının ötesine geçilmesi gerektiğini ve tüm yurttaşlarda ülkeye
aidiyet hissi uyandırmanın daha yüce bir amaç olduğunu savunmuştur. Britanyalı
olmanın 21. yüzyılda ne anlama geldiğini belirlemeye yönelik sürdürülebilir bir
tartışma olmadan bu amaca ulaşılamayacağını ileri sürmüştür.”
Bir sonuç: Bu
sözlerde dikkat çeken nokta, değiştirilmesi gereken şeyin “İngilizlik” değil “Britanyalılık”
olmasıdır. Demek ki bizdeki çokkültürcülerin istediği gibi, “Türk vatandaşlığı”nı
“Türkiyelilik” yapsak da sorun
hallolmayacak.
Raporun
sahibi görüşünü şöyle açıklıyor:
“.. önerilen şey aslında bir ülkenin kendi
hakkında kendisine anlattığı hikayenin, yani ulusal kimliğin; aracılığıyla varlığını sürdürdüğü, insanların ulusal
aidiyet hissini kazanıp tazeledikleri söylemlerin, simgelerin, imgelerin; kamuya
açık tartışmalar aracılığıyla tekrar değerlendirilip ülkenin geçmişteki etnik
dokusunun yanı sıra şimdiki ve gelecekteki etnik dokusunu da yansıtacak biçimde
yeniden şekillendirmesiydi.”
Rapora
gelen tepkiler ise şöyle olmuş:
“… basın yayın organlarında bu madde, yanlış bir
şekilde, başka şeylerin yanında, komisyonun yeterince yurtsever olmadığını ve
etnik azınlıkların mensuplarının çoğunun Britanyalı olmaktan rahatsız
olduklarını ima ettiğini veya “Britanyalı” teriminin beyaz anlamına geldiği
gerekçesiyle ülkenin adının
değiştirilmesini önerdiğini ileri süren düşmanca başlıklarla gündeme
oturmuştu.”
*
İngiltere’de
bu raporun kaleme alındığı dönemde ve hemen sonrasında yükselen başka
değerlendirmeler de vardı. Bunlardan biri Irk
Eşitliği Komisyonu üyelerinden olan Kenan
Malik adlı bir araştırmacının dile getirdiği yargıydı. Diyordu ki, “çokkültürcülük
toplumları ayrıştırma konusunda ırkçılıktan çok daha etkili olmuştur.”
Bunun
anlamı şudur ki, sonuçları bakımından çokkültürcülük, ırkçılık sınıfında yer
alır.
*
Çokkültürcülerin
siyasal çoğulculuk dediklerinde kast
ettikleri şey, ulusu bireyler toplumu olmaktan çıkarıp “topluluklar topluluğu” haline getirmekten ibarettir.
2005
tarihli Yeni-Irak Anayasası bu yolu izlemiş; siyasal çoğulculuğa dayalı bir
sistem kurmuştur. Toplum öyle bir etnisite
ve mezhep topluluklarının toplamı haline getirilmiştir ki, Yeni-Irak’ta
egemenliğin verilebileceği bir “toplum” kalmayınca, anayasaya “egemenlik hukukundur” yazılmıştır.
“Peki hukuk kimin, kimin yaptığı hukuk?” diye
sormayın. İşin orası çok büyük bir sır!
(BAG, Yeni Adana, 28 Mart 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder